Güzel gönüllü insanlar mıknatıs gibi çekerler birbirlerini.
Dost yürekler bulur birbirini...
Daha doğrusu buldurulur birbirine layık yürekler...
Dünyada tesadüf yoktur...
Dostlukta tesadüf olmaz...
... Yüreğimiz hep dost duasında olmalıdır...
Her nimet gibi dostlukta dua ile çağrılır...
Dost arayan dost olmalıdır..
26 Kasım 2013 Salı
KANTARON ÇİÇEĞİ
KANTARON ÇİÇEĞİ Bu bitkinin fayda ve şifaları sayılamayacak kadar çoktur: Altışar gr. alınarak bal ile macun yapılır ve yutulursa sara hastalığını meydana getiren köpükleri çıkarır. İbni Sînâ der ki: «2 – 4 gram 300 gr. su ile kaynatılarak birer fincan içilirse dahildeki müzmin iltihaplı yaraları ve ülseri şifaya kavuşturur. (Yemeklerden birer saat evvel içilir). * Zeytinyağı ile merhem yapılır yaralara sürülürse iltihabı temizler; yarayı şifaya kavuşturur. * Bal ile yedişer gramı macun yapılarak yutulursa kan tükürmeyi, nefes darlığını, soğuktan kaynaklanan zat’ul cen-bi şifaya kavuşturur. Kadınların adet kanamalarını söktürür, rahim ağrılarına da iyi geıir. Karın ağrısına iyi gelir, bağırsaktaki kurtları da döker. İdrarı söktürür, dimağı ve göğsü balgamdan kurtarır. * Nefes darlığına şifa verir. Sinir ve siyatik ağrılarında da faydalıdır. * Suyuna, sirke ilave edilir, başa sürülürse baş ağrısını alır. * Kekik suyu ile kaynatılır, elde edilen mayi ile gargara yapılırsa bademcik iltihaplarına ve ağız yaralarına karşı şifa verir. * Çiçekleri bir müddet zeytinyağı içinde bırakılır, elde edilen bu yağ yaralara sürülürse iyi eder.
ZENOFOBİ NEDİR?
ZENOFOBİ NEDİR ? Irkçılık , Dinsel ayrımcılık , Mezhepçilik, Cinsel ayrımcılık , bir hastalıkdır bu hastalığın adıda "ZENOFOBİDİR. " Zenofobi, yabancı korkusu-nefreti anlamında olup, Yunanca ξένος (xenos,yabancı) ve φόβος (phobos,korku) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Kişinin yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olan insanlardan korkmasına ve nefret etmesine verilen addır. Değişik olanın tehlikeli olduğu düşüncesiyle oluşan bir korkudur. Irkçılık da bazen zenofobinin uç bir türü olarak nitelendirilmektedir. Bilimkurguda dünya-dışı varlıklardan korkma anlamına da gelir. Amerikan Psikiyatri Birliğinin "Akıl Hastalıklarının Teşhisi ve İstatistikleri Elkitabı"na göre bu fobi, fobinin nesnesiyle karşı karşıya kalan hastanın aşırı bir kuruntuya kapılmasına yol açar. Zenofobinin iki türü vardır. Birincisi bir topluluğun içinde olan ama o topluluğun bir parçası sayılmayan bir gruba karşı duyulan korkudur. Bu genellikle göçmenler ya da azınlıklar olur, fakat bazen yüzyıllardır bir arada olunan bir grup da olabilir. Zenofobinin bu türü tehcir ve en kötü durumda soykırım gibi vahşi ve saldırgan tepkilere de yol açabilir. İkincisi ise temelde kültüreldir ve bu durumda korkunun nesnesinin, yabancı sayılan kültürel farklılıklarıdır. Bütün kültürler dış etkilere maruz kalmaktadır ancak kültürel zenofobi genellikle belli şeylere yönlenmiştir, başka dillerden gelen sözcükler, içinde yaşanılan toplum tarafından benimsenmeye başlanmış tutumlar gibi. Nadiren insanlara karşı bir saldırıya dönüşür ama, kültürel veya dilsel saflaştırma gibi politik kampanyalarla sonuçlanabilir.
AYVANIN FAYDALARI,
Ayvanın çiçekleri bal ile macun yapılır da yemeklerden sonra birer kaşık yutulursa dimağa ve kalbe acayip kuvvet verir.
«Hamile kadın üçüncü ayında ayvayı çok yerse doğan-çocuğu güzel yüzlü olur, sütten mütevellit meme şişerek şancı yaparsa ayva, bal ile birlikte pişirilerek, lapa haline getirilir ve memenin üzerine konursa ağrısını alır, şişliğini de indirir.»
İbni Sînâ Kânûn’unda diyor ki:
«Ayvanın suyu çıkarılır, elde edilen bu mayi zâtürrie ve kan tüküren hastalara içirilirse faydası görülür. Çekirdekleri alınarak kaynatılır da suyu sıcak sıcak içilirse ses kısıklığım, öksürüğü giderir, göğsü yumuşatır. Ayvadan şerbet yapılır içilirse azalan cinsel arzuya kuvvet verir.»
* Ayvanın çiçekleri, bal ile macun yapılır ve birer kaşık yutulursa kalbe kuvvet verir.
* Ayva suyu içilirse kalbe ve mideye kuvvet verir, hazım ettirir, kusmayı ve ameli keser.
«Ayva yenirse insandaki harareti keser, mideye kuvvet verir.»
«Hamile kadın üçüncü ayında ayvayı çok yerse doğan-çocuğu güzel yüzlü olur, sütten mütevellit meme şişerek şancı yaparsa ayva, bal ile birlikte pişirilerek, lapa haline getirilir ve memenin üzerine konursa ağrısını alır, şişliğini de indirir.»
İbni Sînâ Kânûn’unda diyor ki:
«Ayvanın suyu çıkarılır, elde edilen bu mayi zâtürrie ve kan tüküren hastalara içirilirse faydası görülür. Çekirdekleri alınarak kaynatılır da suyu sıcak sıcak içilirse ses kısıklığım, öksürüğü giderir, göğsü yumuşatır. Ayvadan şerbet yapılır içilirse azalan cinsel arzuya kuvvet verir.»
* Ayvanın çiçekleri, bal ile macun yapılır ve birer kaşık yutulursa kalbe kuvvet verir.
* Ayva suyu içilirse kalbe ve mideye kuvvet verir, hazım ettirir, kusmayı ve ameli keser.
«Ayva yenirse insandaki harareti keser, mideye kuvvet verir.»
NAR EKŞİSİ YARARLARI
NAR EKŞİSİ YARARLARI
Şeker Hastalığına iyi gelir,
Dişeti kanamalarına iyi gelir,
Kellik tedavisinde oldukça etkilidir,
Tansiyonu yüksek olanlar için faydalıdır,
Tansiyonumuzu olumlu bir şekilde düzenler,
Kalbimizi korur düzenli çalışmasına destek olur,
Enfeksiyona karşı vücut direncini korur ve artırır,
Enerji verir, yorgunluğu giderir,
İdrar söktürücü etkisiyle toksin atılımını sağlar,
Bağışıklık sistemini güçlendirir hastalıklara karşı korur,
Kolesterol ve kan şekerimizi regüle eder artmasını engeller,
Bağırsak parazitlerinin düşmanıdır, iyi bakterilerin artmasını sağlar,
İshali (diare) önler, tedavide destek sağlar,
Ciltte olumlu katkısı vardır, pürüzsüz görünüm sağlar,
Cilt enfeksiyonlarında olumlu katkısı vardır,
Böbrek yaralarına karşı tatlı narın bol bol yenilmesi;
Göz ağırısına karşı ekşi nar taneleri, mercimek ve gül suyundan oluşan karışımın göz kapakları üzerine yarım saat konması;
Göz kaşıntısında nar usaresinin pişirilerek süzüldükten sonra hazırlanan ılık sıvının sürme şeklinde göze sürülmesi;
Dış basura karşı ekşi nar ile sirkeden, kellik tedavisinde ise ekşi nar ile zeytinyağından oluşan bir terkibin kullanılması;
Kalp çarpıntısına karşı nar tanelerinin dövülerek damıtılmış suyla şurup halinde içilmesi;
Romatizma ağrılarının hissedildiği eklem ve uzuvlara nar şırası sürüldüğünde, ağrı kesici özelliği bulunmaktadır.
Bayılmalara karşı nar şerbeti içilmelidir. Tatlı nar suyu, ses kısıklığı ve zatürreye karşı şifalıdır.
Narın meyvesi ve suyunun yanı sıra çiçekleri ve kabuğu da yararlarıdır. Nar çiçeği bağırsak yara ve iltihaplarını iyileştirir. Boyun tutulmasında nar çiçeği lapası boyna konursa şifalı gelir.
Narın kabuğu çay gibi demlenerek içildiğinde, mide ve bağırsak hastalıkları ile ishal ve dizanteriye karşı oldukça faydalı olmaktadır.
Şeker Hastalığına iyi gelir,
Dişeti kanamalarına iyi gelir,
Kellik tedavisinde oldukça etkilidir,
Tansiyonu yüksek olanlar için faydalıdır,
Tansiyonumuzu olumlu bir şekilde düzenler,
Kalbimizi korur düzenli çalışmasına destek olur,
Enfeksiyona karşı vücut direncini korur ve artırır,
Enerji verir, yorgunluğu giderir,
İdrar söktürücü etkisiyle toksin atılımını sağlar,
Bağışıklık sistemini güçlendirir hastalıklara karşı korur,
Kolesterol ve kan şekerimizi regüle eder artmasını engeller,
Bağırsak parazitlerinin düşmanıdır, iyi bakterilerin artmasını sağlar,
İshali (diare) önler, tedavide destek sağlar,
Ciltte olumlu katkısı vardır, pürüzsüz görünüm sağlar,
Cilt enfeksiyonlarında olumlu katkısı vardır,
Böbrek yaralarına karşı tatlı narın bol bol yenilmesi;
Göz ağırısına karşı ekşi nar taneleri, mercimek ve gül suyundan oluşan karışımın göz kapakları üzerine yarım saat konması;
Göz kaşıntısında nar usaresinin pişirilerek süzüldükten sonra hazırlanan ılık sıvının sürme şeklinde göze sürülmesi;
Dış basura karşı ekşi nar ile sirkeden, kellik tedavisinde ise ekşi nar ile zeytinyağından oluşan bir terkibin kullanılması;
Kalp çarpıntısına karşı nar tanelerinin dövülerek damıtılmış suyla şurup halinde içilmesi;
Romatizma ağrılarının hissedildiği eklem ve uzuvlara nar şırası sürüldüğünde, ağrı kesici özelliği bulunmaktadır.
Bayılmalara karşı nar şerbeti içilmelidir. Tatlı nar suyu, ses kısıklığı ve zatürreye karşı şifalıdır.
Narın meyvesi ve suyunun yanı sıra çiçekleri ve kabuğu da yararlarıdır. Nar çiçeği bağırsak yara ve iltihaplarını iyileştirir. Boyun tutulmasında nar çiçeği lapası boyna konursa şifalı gelir.
Narın kabuğu çay gibi demlenerek içildiğinde, mide ve bağırsak hastalıkları ile ishal ve dizanteriye karşı oldukça faydalı olmaktadır.
22 Kasım 2013 Cuma
Çocuğun Dini Eğitimi
Çocuğun Dini Eğitimi
Çocuğun Dini Eğitimi evde başlamalı
Çocuklarımız, manevi ve kültürel mirasımızın vârisleri, aydınlık yarınlarımızın umutlarıdır. Bir toplumun ilerlemesi ve mutluluğu, aileye verdiği değere, genç kuşakların yetişmesi için gösterdiği çabaya ve öneme bağlıdır. Çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımızdır. Aileler, bu değerin farkına vararak yaşamalı, onların eğitiminin büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin şuurunda olarak hareket etmelidir. Peygamberimiz (sas): “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Buna göre hepiniz birer çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.”[1] buyurarak bu mevzuya dikkat çekmektedir.
Çoban kelimesiyle; sorumluluk hissettiği kişileri her türlü tehlikeye karşı koruyan, onların ihtiyaçlarını bilen ve karşılayan, onlarla birebir ilgilenen, onlara güven veren ve onların iyi hâl üzere olmasına özen gösteren manası kastedilmiş olmalıdır. “Erkek, ailesinin çobanıdır.” denilerek aile reisinin baba olduğunu, ailenin geçiminden ve terbiyesinden öncelikli olarak babanın sorumlu olduğunu anlıyoruz. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır; yani evin iç düzeniyle birlikte çocukların bakımı ve yetiştirilmesi onun sorumluluk alanına girmektedir. Şüphesiz ki çocuğun yetiştirilmesi sürecinde annenin emeği daha büyüktür. Bu durum Kur’ân-ı Kerim’de: “Annesi onu zahmetle karnında taşımış ve güçlükle doğurmuştur. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.”[2] diye tasvir edilir. Hamilelik, doğum ve emzirme döneminin zahmeti anne hakkını üstün kılmaktadır.
“Bir gün bir adam: ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar arasında iyilik yapmama, kendisine iyi davranmama en çok lâyık olan kimdir?’ diye sordu. Resûlullah (sas): ‘Annen!’ buyurdu. Adam: ‘Ondan sonra kimdir?’ diye sordu. ‘Annendir!’ Adam, yine sordu: ‘Sonra kimdir?’ yine ‘Annendir!’ buyurdu. Adam: ‘Sonra kim gelir?’ diyerek dördüncü kez sorusunu tekrarladı. Sevgili Peygamberimiz bu kez: ‘Babandır!’ diye cevap verdi.”[3]
Annenin bu şerefe lâyık olması, şefkat kanatlarını evlatlarının üzerine indirmesi, onları kendine tercih etmesi, koşulsuz sevmesi, onların dertleriyle dertlenmesi, öfkesinde bile sevgiyi barındırması sebebiyledir. Bir gün sırtına iki çocuğunu yüklenmiş yoksul bir kadın bir şeyler istemek üzere Hz. Âişe validemize gelir. Hz. Âişe validemiz kadına üç hurma verir. O da çocuklarından her birine birer hurma verir. Kalan diğer hurmayı da kendisi yemek üzere ağzına götürür; ancak çocuklar onu da isterler. Kadın yemek istediği bu hurmayı da çocukları arasında bölüştürür. Kadının bu tutumuna hayran kalan Hz. Âişe olup biteni Peygamberimize anlatır. Peygamberimiz de: “Doğrusu Allah, bu şefkati sebebiyle o kadına cennetini vermiş ve onu cehennemden kurtarmıştır.” der.[4] Gönlümüzün meyvesi olan çocuklarımıza gösterdiğimiz şefkat, bizleri haz.Allah’ın lütfuna eriştirecektir. Peygamberimiz bir sözünde Kureyş kadınlarını övmekte ve şöyle demektedir:
“Kureyş kadınları, deveye binen kadınların en hayırlılarıdır. Onlar çocuklarına daha iyi bakarlar, kocalarına karşı daha saygılıdırlar.”[5] Peygamberimiz Kureyş kadınlarının çocuklarına olan yaklaşımlarını örnek olarak sunmaktadır. Çocukların bakımını en iyi şekilde yapmak… Bu bakımla kastedilen, sadece onların yeme, içme, giyinme ve diğer maddi ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Dünyevî hiçbir sevginin dolduramadığı gönlü, haz.Allahın sevgisiyle besleyebilmek, Kur’an ahlâkıyla bezeyebilmektir. Yani temiz bir fıtrat üzere doğan çocuğun bu sâfiyetini İslâmî terbiyeyle koruyabilmektir. Çünkü haz.Allah nezdinde hak din İslâm’dır.[6]
Kur’ân-ı Kerim’de kendimizi ve ehlimizi ateşten korumamız emredilmektedir.[7] Bu âyetle ilgili olarak Hz. Ömer, “ ‘Ya Resûlallah! Nefislerimizi koruruz, fakat ailemizi nasıl koruyabiliriz?’ diye sorduğunda, Allah’ın Resûlü : ‘Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu onları korumak demektir.’ diyerek cevap verdi.” imamı Zemahşeri de el-Keşşaf adlı tefsirinde konuyla ilgili olarak şu hadisi şerifi nakletmiştir: “Allah, o kimseye rahmet etsin ki ‘Ey ailem! Namazınıza, orucunuza, zekâtınıza, miskinlerinize, yetim ve komşularınıza dikkat edin.’ der. Ola ki Allah Teâlâ onları onunla beraber cennette toplar.”
Buradan da anlıyoruz ki çocuklara dini eğitim vermek ve hayatlarında İslâmî prensiplere bağlı kalmaları noktasında uyarma görevinde bulunmak dini bir zorunluluktur. Sevgi pınarımız, kendisini tanıdıkça haz.Allah’a olan muhabbetimizin artmasına sebep olan Peygamberimiz, şu sözleriyle bizleri uyarıyor: “‘Ahir zamanda babalarından dolayı vay o evlatların haline!’ Sahâbîler şaşkınlık ve merak içerisinde: ‘Müşrik babalarından ötürü mü?’ Şefkat Peygamberi: ‘Hayır! Mümin babaları.’ Daha da şaşıran sahâbîler: ‘Nasıl olur, ey Allah’ın Resûlü? Hayret içeren bakışlara, dikkat kesilen kulaklara, sorumluluk yükleyen cevap: ‘Babaları, onlara dinlerini öğretmeyi ihmal etti.’ olur.”[8]
Sevgimizle sarmaladığımız, gözyaşlarına dayanamadığımız, acılarına onlardan önce yandığımız, en iyi imkânlara sahip olsunlar diye çabaladığımız, gözbebeğimiz evlatlarımız, haz.Allah’ın bizlere emanetleri… Bilelim ki, iyi bir Müslüman olma gayretinde olduğumuz ve bizleri örnek alarak öğrenen çocuklarımıza iyi birer model olabilme özverisinde bulunduğumuz sürece bu emanete sahip çıkmış olacağız. Yoksa uhrevî sorumluluğumuzu yerine getirmediğimiz için hüsrana uğrayacağız.[9]
Peygamberimiz (sas): “Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz ve onun çocuğunu terbiye etme noktasındaki her bir çabası sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” der.[10] Çocuğun, babası üzerindeki haklarından biri, güzel ahlâk üzere yetiştirilmesidir. Baba bundan mesuldür. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği o günde “Çocuğunu terbiye etmek için neler yaptın, ona neler öğrettin?” diye hesaba çekilecektir. Âyet-i kerimede “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”[11] buyrulmaktadır. Burada fitneden maksadın, imtihan vesilesi olduğu âlimler tarafından belirtilmiştir. Bu imtihanı kazanmanın bir yolu; onlara karşı vazifelerimizi bilmek, elimizden geldiğince ahlâklarını güzelleştirebilmek ve onları sadece bu dünyaya değil âhirete de en iyi şekilde hazırlayabilmektir. Diğer bir yolu da “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.”[12] ilâhî ikazını unutmamaktır. Fazla mal ve evlat sahibi olmayı hayatımızın tek gayesi haline getirdiğimizde asıl yaradılış gayemiz olan haz.Allah’a kul olma şuurundan uzaklaşmış olacağız.
Çocuklarına iyi bir terbiye veren anne ve babalar, dünyada bunun meyvelerini zaten alırlar. Öldükleri zaman ise arkalarında kendilerine dua eden hayırlı bir evlat bıraktıkları için amel defterleri kapanmaz. Ebeveynler, ilâhî hikmet gereği, salih amel işleyerek hayatlarını zenginleştiren çocukları sebebiyle sevap kazanmaya devam ederler.[13] Nice yüzlerin aydınlanacağı o kıyamet gününde vahiy gereğince amel eden evlatları sebebiyle de ziyâsı güneşin ziyâsından daha güzel taçlar kendilerine giydirilir.[14]
Ey kalpleri halden hale çeviren Rabbimiz!
Kalplerimizi Senin dinin üzere sabit kıl.
Bizleri, Senin rızana uygun evlatlar yetiştirmede muvaffak eyle.
Âmin!
ÇOCUK İLETİŞİMİ
Çocuğun ilk seveceği kişi ve ilk ilişki kurduğu insan annesidir. Anne, çocuk için, içinde yaşanılan dünyanın yorumlanmasında ve toplumun temsil edilmesinde öncü ve ilk örnektir. Çocuk annesinin gözetimi ve denetimi altında, yakın çevresini ve her şeyin anlamını keşfeder. Annesinin hareketlerini ve etkinliklerini izleyerek nasıl davranacağını ve yaşanılacağını öğrenir. Böylece ilk ortak yaşam, özdeşleşme ve taklitle sürer. Çocuk ilk bilgilerini annesinden edinir. Ana dilini keşfedilmesi anne ile başlar. Anne çocuk ilişkisi çocuğu iletişim yeteneğini gelişmesinde etkilidir. Dil ve iletişim sayesinde çocuk yeni kavramlar edinerek soyut kavram ile ilişkileri öğrenir. Çocuk otoriteyi de ilk kez annesi aracılığı ile tanır.
Baba – Çocuk İletişimi, doğumdan sonra tıpkı annede olduğu gibi babanın da çocukla duygusal bir ilişkiye girebilmesi için onunla fiziksel temasa gereksinimi vardır. Bunun içinde babanın çocuğun bakım ve oyun etkinliklerine katılmasına gerekir. Araştırmalar,babaların da anneler kadar çocukların gereksinimlerine yanıt verebileceklerini, onların psiko-sosyal ve zihinsel gelişimlerinde temel rol oynayabilecek yetenekte olduklarını ortaya koymuştur.
Günümüzde baba, çocuğu bakımında katılabileceği ölçüde ona yararlı olur. Çocuk, babası aracılığı ile farklı bir insan biçimini tanır ve güvenliği tehlikede olmadan uyum sağlamayı öğrenir. Babanın varlığı, çocuğun babası ile kurduğu ilişkiler, annesi ile olan ilişkilere yeni bir değişiklik, yeni bir çeşitleme olarak girer . Gerçekte baba, çocuğu kadın ve erkeği ayırt etmekten kurtarır. Bebeklerin sosyalleşmesinde anne kadar babanın da önemli rolü vardır. (1)
Anne-Babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan iletişimi ve etkileşimi çocuğun aile içindeki yerini belirler.Aile çocuğun ilk sosyal deneyimini edindiği yerdir.Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır,bu ilk yaşantıların örülmesin de büyük önem taşır.Sosyal uyum üzerindeki çalışmalar,ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır.Evlerinde yakın bir ilgiye,demokrasinin birleştiğini gören çocuklar,en etkin,özgür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar.Buna karşı daha sert bir denetim altında tutulan yada eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen çocuklar ise karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk çekmektedirler.Dengeli,duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile ortamında,yeterli güven,sevi ve sevecenlik içinde büyüyen çocuklar,gelişimleri için gerekli deneyimleri elde edebilirler.Hor gören cezalandıran ya da hem sevip hem de soğuk davranan anne ve babaların çocukları bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmaktadırlar.Çocuğun aile üyeleri ile olan ilişkileri,diğer bireylere,nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırlar,benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur.Aile aynı zamanda çocuğa,aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temellerini atar.Anne-Baba-Çocuk ilişkisi,temelde anne ve babanın tutumuna bağlıdır.
Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan bir çok olaya,yeterli ve uygun olmayan ilk anne – baba çocuk ilişkilerinin neden olduğu saptanmıştır. Anne ve babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimi şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne-babasıyla sağlıklı bir iletişim kuramayan,yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da aşırı baskı altında büyümüş bir annenin tutumları bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir. Büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar,iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler,mutlu,arkadaşça,bunalımdan uzak yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Anne – babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar,büyük bir sevgi açlığı gösterirler,bu açlıkla da bir takım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan ergenlik döneminde de gencin,sorunlarını kolaylıkla çözebilmesi ve zorluğa uğramadan aşabilmesi,geçmişteki olumlu aile ilişkilerine bağlıdır. Çocukluk döneminde sevgi ve güven duygusuyla yetiştirilen çocuk,mutlu bir ergen adayıdır. Daha o dönemde anne ve babasıyla başarılı bir iletişim kurabilen çocuk,zorlu ergenlik döneminde de aynı arkadaşça ilişkilerini sürdürerek,kişisel sorunlarını kolayca çözebilir. ( 2 )
Sosyo-kültürel yapımıza bağlı olarak yaptığımız çocuk yetiştirme usullerimizde geçmiş dönemlerdeki hatalı uygulamalarımız azalmaktadır. Örneğin günümüzde bebek kundaklamanın olmadığını,buna paralel belli feodal usullerin yerini modern çocuk yetiştirme yöntemleri almıştır. Hızla gelişen Sosyal Hizmet Mesleği,Psikoloji,Çocuk Gelişimi,Aile Danışmanlığı anne – babaların çocukları ile daha sağlıklı iletişim kurmasında rehberlik yapmaktadırlar.
İnternetin yaygınlaşması, Tv kanaların artması anne-baba çocuk iletişiminde belli riskleri getirmektedir . Bu teknolojik gelişmeler çocuklarımızın bizlerden uzaklaşarak onları sosyal otistik olarak tanımlayacağımız bir davranışa itebilir. Bu riskleri önleme anne – babanın en önemli görevidir. Bu görevini yapması için çocukları ile empatik tutum ve davranış içinde çocuğunu anlayarak , onun değer ve tutumlarını göz ardı etmeden iletişimlerini sürekli kılmalıdırlar.
Baba – Çocuk İletişimi, doğumdan sonra tıpkı annede olduğu gibi babanın da çocukla duygusal bir ilişkiye girebilmesi için onunla fiziksel temasa gereksinimi vardır. Bunun içinde babanın çocuğun bakım ve oyun etkinliklerine katılmasına gerekir. Araştırmalar,babaların da anneler kadar çocukların gereksinimlerine yanıt verebileceklerini, onların psiko-sosyal ve zihinsel gelişimlerinde temel rol oynayabilecek yetenekte olduklarını ortaya koymuştur.
Günümüzde baba, çocuğu bakımında katılabileceği ölçüde ona yararlı olur. Çocuk, babası aracılığı ile farklı bir insan biçimini tanır ve güvenliği tehlikede olmadan uyum sağlamayı öğrenir. Babanın varlığı, çocuğun babası ile kurduğu ilişkiler, annesi ile olan ilişkilere yeni bir değişiklik, yeni bir çeşitleme olarak girer . Gerçekte baba, çocuğu kadın ve erkeği ayırt etmekten kurtarır. Bebeklerin sosyalleşmesinde anne kadar babanın da önemli rolü vardır. (1)
Anne-Babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan iletişimi ve etkileşimi çocuğun aile içindeki yerini belirler.Aile çocuğun ilk sosyal deneyimini edindiği yerdir.Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır,bu ilk yaşantıların örülmesin de büyük önem taşır.Sosyal uyum üzerindeki çalışmalar,ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır.Evlerinde yakın bir ilgiye,demokrasinin birleştiğini gören çocuklar,en etkin,özgür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar.Buna karşı daha sert bir denetim altında tutulan yada eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen çocuklar ise karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk çekmektedirler.Dengeli,duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile ortamında,yeterli güven,sevi ve sevecenlik içinde büyüyen çocuklar,gelişimleri için gerekli deneyimleri elde edebilirler.Hor gören cezalandıran ya da hem sevip hem de soğuk davranan anne ve babaların çocukları bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmaktadırlar.Çocuğun aile üyeleri ile olan ilişkileri,diğer bireylere,nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırlar,benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur.Aile aynı zamanda çocuğa,aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temellerini atar.Anne-Baba-Çocuk ilişkisi,temelde anne ve babanın tutumuna bağlıdır.
Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan bir çok olaya,yeterli ve uygun olmayan ilk anne – baba çocuk ilişkilerinin neden olduğu saptanmıştır. Anne ve babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimi şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne-babasıyla sağlıklı bir iletişim kuramayan,yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da aşırı baskı altında büyümüş bir annenin tutumları bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir. Büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar,iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler,mutlu,arkadaşça,bunalımdan uzak yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Anne – babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar,büyük bir sevgi açlığı gösterirler,bu açlıkla da bir takım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olan ergenlik döneminde de gencin,sorunlarını kolaylıkla çözebilmesi ve zorluğa uğramadan aşabilmesi,geçmişteki olumlu aile ilişkilerine bağlıdır. Çocukluk döneminde sevgi ve güven duygusuyla yetiştirilen çocuk,mutlu bir ergen adayıdır. Daha o dönemde anne ve babasıyla başarılı bir iletişim kurabilen çocuk,zorlu ergenlik döneminde de aynı arkadaşça ilişkilerini sürdürerek,kişisel sorunlarını kolayca çözebilir. ( 2 )
Sosyo-kültürel yapımıza bağlı olarak yaptığımız çocuk yetiştirme usullerimizde geçmiş dönemlerdeki hatalı uygulamalarımız azalmaktadır. Örneğin günümüzde bebek kundaklamanın olmadığını,buna paralel belli feodal usullerin yerini modern çocuk yetiştirme yöntemleri almıştır. Hızla gelişen Sosyal Hizmet Mesleği,Psikoloji,Çocuk Gelişimi,Aile Danışmanlığı anne – babaların çocukları ile daha sağlıklı iletişim kurmasında rehberlik yapmaktadırlar.
İnternetin yaygınlaşması, Tv kanaların artması anne-baba çocuk iletişiminde belli riskleri getirmektedir . Bu teknolojik gelişmeler çocuklarımızın bizlerden uzaklaşarak onları sosyal otistik olarak tanımlayacağımız bir davranışa itebilir. Bu riskleri önleme anne – babanın en önemli görevidir. Bu görevini yapması için çocukları ile empatik tutum ve davranış içinde çocuğunu anlayarak , onun değer ve tutumlarını göz ardı etmeden iletişimlerini sürekli kılmalıdırlar.
20 Kasım 2013 Çarşamba
ŞEKER HASTALIĞINA KESİN ÇÖZÜM
ZEYTİN YAPRAĞI MUCİZESİ,
ZEYTİN YAPRAĞI KURUTULMUŞ VE TOZ HALİNE GETİRİLMİŞ OLACAK,BUNU BAHARAT GİBİ HER YEMEĞİNİZE KATIYORSUNUZ.AYRICA YANINDA OLMAZSA OLMAZ GÜNDE 5 BARDAK YEŞİL ÇAY İÇİLECEK.
AYRICA BÖĞÜRTLEN YAPRAĞI DALI KAYNATILIP AZAR AZAR İÇİLECEK .
BU ŞEKİLDE ŞEKER HASTALIĞINI YOK EDİYOR. PANKREANSI ÇALIŞTIRIYOR.HASTA NORMALE DÖNÜYOR.ŞEKERİ DÜŞÜYOR.10 GÜN YAPIN 10 UNCU GÜN ŞEKER TAHLİLİ YAPTIRINIZ.ŞEKERİNİZ DÜŞÜYOR EMİN OLUNUZ.
AYRICA BÖYLEDE YAPABİLİRSİNİZ.1 LT suyun içine 1 avuç ince kıyılmış taze zeytinyaprağını koyup, 5 dakika kaynatın. bir süre demlendirdikten sonra, Sabah akşam 1 er fincan için.
BUDA AYRI BİR ÇARE
200 Gr kaynayan suya 5 gr kurutulmuş enginar yaprağını koyup kaynatın. 3 hafta kullanın. ayrıca kurutulmuş 1 adet enginar yaprağını, demlemiş olduğunuz çayın içine atarak da içebilirsiniz.
BUNLARI TÜKETEBİLİRSİNİZ
Lahana, Turp, Tere ve domates ŞEKER DÜŞÜRÜCÜ BİTKİ
LER dir. Lahana Suyunu sıkın için, Tere yiyin. Domates tüketin. ama bütün bunları mevsiminde tüketmeye gayret edin.
ZEYTİN YAPRAĞI KURUTULMUŞ VE TOZ HALİNE GETİRİLMİŞ OLACAK,BUNU BAHARAT GİBİ HER YEMEĞİNİZE KATIYORSUNUZ.AYRICA YANINDA OLMAZSA OLMAZ GÜNDE 5 BARDAK YEŞİL ÇAY İÇİLECEK.
AYRICA BÖĞÜRTLEN YAPRAĞI DALI KAYNATILIP AZAR AZAR İÇİLECEK .
BU ŞEKİLDE ŞEKER HASTALIĞINI YOK EDİYOR. PANKREANSI ÇALIŞTIRIYOR.HASTA NORMALE DÖNÜYOR.ŞEKERİ DÜŞÜYOR.10 GÜN YAPIN 10 UNCU GÜN ŞEKER TAHLİLİ YAPTIRINIZ.ŞEKERİNİZ DÜŞÜYOR EMİN OLUNUZ.
AYRICA BÖYLEDE YAPABİLİRSİNİZ.1 LT suyun içine 1 avuç ince kıyılmış taze zeytinyaprağını koyup, 5 dakika kaynatın. bir süre demlendirdikten sonra, Sabah akşam 1 er fincan için.
BUDA AYRI BİR ÇARE
200 Gr kaynayan suya 5 gr kurutulmuş enginar yaprağını koyup kaynatın. 3 hafta kullanın. ayrıca kurutulmuş 1 adet enginar yaprağını, demlemiş olduğunuz çayın içine atarak da içebilirsiniz.
BUNLARI TÜKETEBİLİRSİNİZ
Lahana, Turp, Tere ve domates ŞEKER DÜŞÜRÜCÜ BİTKİ
LER dir. Lahana Suyunu sıkın için, Tere yiyin. Domates tüketin. ama bütün bunları mevsiminde tüketmeye gayret edin.
IŞIK
IŞIĞIN DOĞASI
Gerçek yaşamda, tıpkı tüm mitlerin yaratılışı gibi bir doğuş anı, "Tanrı'nın ışığı karanlıktan ayırdığı" bir an ya da fizik terminolojisiyle söylersek, kuantum dalga fonksiyonunun çöküşe uğradığı bir an vardır.
O kadar bildik, o kadar alışıldık ve tanıdık bir şey gibi görünen ışığın asırlar boyu yapılan tüm araştırmaların ardından, asıl varlığının halen bir bilmece olduğunu özellikle belirtmekte bu bölümü daha iyi anlamak için yarar vardır yani ışığın ne olduğu hakkında henüz çok kesin tanımlamalar yapılamamaktadır. Kısaca ne işe yaradığını şöyle bir gözden geçirmeye kalkarsak diyebiliriz ki; ışık şekilleri görünür kılar. Işıksız, gören göz dahi görmez olur, madde ile çarpıştığında, renkleri meydana getirir. Renkler ışıktan yapılmıştır. Ve onlar, maddeyi temaslarıyla uyandırdıktan sonra tekrar ona dönerler.
"Renkler", diye yazıyor Johann Wolfgang von Goethe, "onlar ışığın acıları ve eylemleridir." Fakat ışığın yapabildikleri sadece bunlar değildir. Araştırmaların gösterdiklerine göre; doğru ışık bizi iyileştirirken, yeşil ışık bizi hasta eder. Fakat bunu düşünen var mı? Ya da buna uyan kim? Atalarımız ışığa saygı gösterdiler ve taptılar, biz ise analiz ettik, büyüsünü bozduk ve uysallaştırdık; sadece tek bir düğmeye basarak ışığa uygun hale getirdik. Yine de günümüz bilim adamları, ışığın gerçekten ne olduğunu henüz tam bir kesinlik içinde tanımlayamamaktadır. Hakkında söyleyebileceğimiz ancak onun tesirleridir.
Işık şifadır ve ışık besindir. Işık bu gezegen üzerinde kesinlikle tüm yaşamın temel dayanağıdır ve büyük bir olasılıkla tüm evrende de böyledir. Canlı varlıklar sadece ekmek ve yiyecekle beslenmiyor, bunların yanında özellikle ışıktan besleniyorlar. Dünya üzerindeki canlı varlıkların gelişimi için en önemli temel kaynak, bitkilerin fotosentez sayesinde ışıktan elde ettikleri enerjidir. Işığa gereksinim duyanlar sadece bitkiler değildir; aynı şekilde hayvanlar, bakteriler, mantarlar ve elbette insanlar da ona gereksinim duyarlar. Günümüzde bir dizi tıbbi araştırma ve doktorların asırlar boyu edindiği tecrübeler bize kesinlikle göstermiştir ki, güneş ışığının yokluğu birçok fiziksel ve ruhsal hastalıklara neden olmaktadır.
Işık enerjidir, ışık bilgi aktarır. Buradan, insanlar ile birlikte tek hücreliler de faydalanır. Hücreler, daha doğrusu büyük bir ihtimalle tüm canlı varlıklar, sadece kimyasal iletici elementlerle veya hormon ve benzerleriyle değil, "biyofotonlar" ya da "aşırı düşük hücre ışıması" denilen ışık vasıtasıyla iletişim sağlarlar. En azından sağlıklı oldukları sürece.
Örneğin kanser hücreleri, bu iletişim umudundan vazgeçmişlerdir ve tıpkı insanlarda da olduğu gibi tek ilgileri, etrafını hiç umursamadan, sınırsız bir biçimde çoğalmak olur. Aşırı ışık diğer faktörlerle birleştiğinde kansere yol açar. Fakat doğru kullanıldığında iyileştirebilir. Güneşin şifa verici tesirleri antik çağın hekimleri tarafından bilinmekteydi ve 19. yüzyılın son dönemlerinden beri renk terapisinin çeşitli yöntemleri çağımızda da tanınmaya başlandı. Kanser tümörleri bile özel yöntemlerle uygulanan ışığın şifa verici gücüne karşı koyamamakta. Şifa veren elleriyle birçok hastaya yardım edebilen insanlar, büyük bir olasılıkla bunu, ellerinden akan ışığın yardımıyla gerçekleştirebilmişlerdir.
Işık, özellikle renkli ışık, insanın ruh haline ve onun hücre değişimine, hormon salgılarına, algı yetilerine, kısacası onun hal ve sağlığına tesir etmektedir.
Işık iyileştiricidir, ışık hayati bir önem teşkil eder; fakat aslında nedir bu ışık ?
Ansiklopedik bilgilere göre; "Işık" dendiğinde anlaşılması gereken, devasa elektromanyetik dalgalar tayfının gözle görülebilir en küçük bölümünün dalga boyu alanı 400 ile 800 nanometre (metrenin milyarda biri) olmaktadır. 800 nanometrenin üstünde kızıl ötesi (IR) ve 400 nanometrenin altında ise ultraviyole (VV) ışınları bulunmakta, burada“ışık"tan olduğu kadar "ışınım"dan da söz edilmektedir.
ÇEŞİTLİ AÇILARDAN IŞIK
Konuyla ilgili bilgilere göz atıldığında ışığın genelde üç yönde işlendiğini görmekteyiz: fizik, biyoloji ve metafizik. Fiziğin ve biyolojinin bakış açısı "dış ışığa" denk düşer; elektromanyetik dalga olarak ışık ya da enerji veya enformasyon taşıyıcı. Metafizik görüşün araştırdığı ise "içsel ışık"; bununla kastedilen mistiklerin duyumsadığı ışık (aydınlanma) deneyimleri ve ışık fenomenleri ile birlikte tıbbi olarak ölmüş ve yeniden hayata döndürülen insanların yaşadıklarıdır.
Işığın tüm bu türleri, her biri kendi yöntemiyle iyileştirici tesirler taşırlar. Atalarımıza göre ışık daha çok metafizik bir olguydu, unsurdu. Tanrısal bir nitelik taşıyordu; güneş ve ay; gün ve gecenin büyük fenerleri ile birlikte gökteki yıldızlara ve gezegenlere de tanrı olarak tapınıldı. Bu tapınmanın temelinde yatan anlayışı, en güzel bir biçimde ölümünden az bir süre önce Goethe'nin Akkermann'a söylediklerinde yeniden bulmaktayız
"Eğer bana sorarlarsa, doğamdan mıdır güneşe tapmam, öyleyse defalarca söylüyorum: Elbette! Çünkü yüce olanın zuhurudur o, hem de en kudretlisi, biz dünya çocuklarının algısına sunulan. Ben ondaki ışığa ve Tanrı'nın yaratıcı gücüne tapıyorum, sadece onun sayesinde yaşar, oluşturur ve var oluruz; bitkiler ve hayvanlar ile birlikte. "
IŞIĞIN GERÇEK VARLIĞI: BİR BİLMECE
Eski Sümerler ve Babilliler de güneşe tapardı. Keltler ve Germenler de güneşe bir Tanrı olarak saygı gösterirdi, aynı şekilde İnkalar ve binlerce insanı kesip, onların titreyen kalplerini güneşe kurban eden Aztekler de. İnançlarına göre bu, güneş gücünün sürekliliğini sağlamaktaydı. Bu örf, muhakkak büyük bir yanlış anlamanın eseri ve ruhsal bir tebligatın yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü; anlamamız gerekenin, kalplerimizi güneşe adamamızı öneren bir mantal öğütten ibaret olduğunu düşünebilirsek, asıl yoruma ve manaya işte o zaman ulaşmış oluruz.
Mısırlılarda güneş; Tanrı Ra'nın varlığında, İlahlar Panteonunun en üst noktasında yerini almaktaydı, onun bakışı ışığı yaratırdı M.Ö. 13. yüzyıldan kalan papirüslerde bu bilgiler var. Mısırlı hekimler büyük bir ihtimalle, ışığın ve renklerin iyileştirici gücünü bilmekteydiler.
Yunanlılarda bu bilgi iyice belgelenmiştir. Onlar Güneş tanrıları Helios için bir şehir adadılar, "renk terapisi" uygulanan tapınaklarıyla Ünlü olan Heliopolis'i Orada ışığın anlamı; tedavi ve dinsel bütünselliğini henüz korumaktaydı. Işık, tanrı'nın vasfı ve aracıydı, sıkça da onunla özdeş görülürdü:
"Tanrı ışıktır ve onda zerre kadar zulmet mevcut değildir..." Havari Yuhanna'nın ilk mektubunda böyle denmektedir. Ve ardından: "Kim ki kardeşlerini sever, o ışıktadır, çünkü Tanrı sevgidir ve kim ki sevgide barınır, o Tanrıda ve Tanrı ondadır."
Işık, Sevgi ve Tanrı; "Bir"dirler. Bu bize bir Hint kavramı olan "Sattwa"yı hatırlatıyor; o, tanrısal özün vasfına ve aynı zamanda ışığa, ruhsallığa ve bunlardaki merhamet, sevgi dolu ilkeye işaret etmektedir.
Günümüzde ise ışık bu ruhsal anlamını neredeyse tamamen kaybetmiştir. Ve bugün çoğu insan için düğmeye basıldığında ortaya çıkan bir şeydir. Işık artık özel bir şey değil, sadece bir çeşit elektromanyetik dalgadır. Nasıl ortaya çıktıkları ve nelerden oluştukları fizik kitaplarında yazılıdır. Oysa ışığın gerçek varlığı halen bir bilmecedir ve atalarımızın, ışığı Tanrı'nın bir vasfı olarak görmeleri; bugünün doğa bilimcilerinin ve yeni fizikçilerinin öne sürdüğü "dalga/parçacık düalizmi" anlayışından daha tuhaf değildir.
Gerçek yaşamda, tıpkı tüm mitlerin yaratılışı gibi bir doğuş anı, "Tanrı'nın ışığı karanlıktan ayırdığı" bir an ya da fizik terminolojisiyle söylersek, kuantum dalga fonksiyonunun çöküşe uğradığı bir an vardır.
O kadar bildik, o kadar alışıldık ve tanıdık bir şey gibi görünen ışığın asırlar boyu yapılan tüm araştırmaların ardından, asıl varlığının halen bir bilmece olduğunu özellikle belirtmekte bu bölümü daha iyi anlamak için yarar vardır yani ışığın ne olduğu hakkında henüz çok kesin tanımlamalar yapılamamaktadır. Kısaca ne işe yaradığını şöyle bir gözden geçirmeye kalkarsak diyebiliriz ki; ışık şekilleri görünür kılar. Işıksız, gören göz dahi görmez olur, madde ile çarpıştığında, renkleri meydana getirir. Renkler ışıktan yapılmıştır. Ve onlar, maddeyi temaslarıyla uyandırdıktan sonra tekrar ona dönerler.
"Renkler", diye yazıyor Johann Wolfgang von Goethe, "onlar ışığın acıları ve eylemleridir." Fakat ışığın yapabildikleri sadece bunlar değildir. Araştırmaların gösterdiklerine göre; doğru ışık bizi iyileştirirken, yeşil ışık bizi hasta eder. Fakat bunu düşünen var mı? Ya da buna uyan kim? Atalarımız ışığa saygı gösterdiler ve taptılar, biz ise analiz ettik, büyüsünü bozduk ve uysallaştırdık; sadece tek bir düğmeye basarak ışığa uygun hale getirdik. Yine de günümüz bilim adamları, ışığın gerçekten ne olduğunu henüz tam bir kesinlik içinde tanımlayamamaktadır. Hakkında söyleyebileceğimiz ancak onun tesirleridir.
Işık şifadır ve ışık besindir. Işık bu gezegen üzerinde kesinlikle tüm yaşamın temel dayanağıdır ve büyük bir olasılıkla tüm evrende de böyledir. Canlı varlıklar sadece ekmek ve yiyecekle beslenmiyor, bunların yanında özellikle ışıktan besleniyorlar. Dünya üzerindeki canlı varlıkların gelişimi için en önemli temel kaynak, bitkilerin fotosentez sayesinde ışıktan elde ettikleri enerjidir. Işığa gereksinim duyanlar sadece bitkiler değildir; aynı şekilde hayvanlar, bakteriler, mantarlar ve elbette insanlar da ona gereksinim duyarlar. Günümüzde bir dizi tıbbi araştırma ve doktorların asırlar boyu edindiği tecrübeler bize kesinlikle göstermiştir ki, güneş ışığının yokluğu birçok fiziksel ve ruhsal hastalıklara neden olmaktadır.
Işık enerjidir, ışık bilgi aktarır. Buradan, insanlar ile birlikte tek hücreliler de faydalanır. Hücreler, daha doğrusu büyük bir ihtimalle tüm canlı varlıklar, sadece kimyasal iletici elementlerle veya hormon ve benzerleriyle değil, "biyofotonlar" ya da "aşırı düşük hücre ışıması" denilen ışık vasıtasıyla iletişim sağlarlar. En azından sağlıklı oldukları sürece.
Örneğin kanser hücreleri, bu iletişim umudundan vazgeçmişlerdir ve tıpkı insanlarda da olduğu gibi tek ilgileri, etrafını hiç umursamadan, sınırsız bir biçimde çoğalmak olur. Aşırı ışık diğer faktörlerle birleştiğinde kansere yol açar. Fakat doğru kullanıldığında iyileştirebilir. Güneşin şifa verici tesirleri antik çağın hekimleri tarafından bilinmekteydi ve 19. yüzyılın son dönemlerinden beri renk terapisinin çeşitli yöntemleri çağımızda da tanınmaya başlandı. Kanser tümörleri bile özel yöntemlerle uygulanan ışığın şifa verici gücüne karşı koyamamakta. Şifa veren elleriyle birçok hastaya yardım edebilen insanlar, büyük bir olasılıkla bunu, ellerinden akan ışığın yardımıyla gerçekleştirebilmişlerdir.
Işık, özellikle renkli ışık, insanın ruh haline ve onun hücre değişimine, hormon salgılarına, algı yetilerine, kısacası onun hal ve sağlığına tesir etmektedir.
Işık iyileştiricidir, ışık hayati bir önem teşkil eder; fakat aslında nedir bu ışık ?
Ansiklopedik bilgilere göre; "Işık" dendiğinde anlaşılması gereken, devasa elektromanyetik dalgalar tayfının gözle görülebilir en küçük bölümünün dalga boyu alanı 400 ile 800 nanometre (metrenin milyarda biri) olmaktadır. 800 nanometrenin üstünde kızıl ötesi (IR) ve 400 nanometrenin altında ise ultraviyole (VV) ışınları bulunmakta, burada“ışık"tan olduğu kadar "ışınım"dan da söz edilmektedir.
ÇEŞİTLİ AÇILARDAN IŞIK
Konuyla ilgili bilgilere göz atıldığında ışığın genelde üç yönde işlendiğini görmekteyiz: fizik, biyoloji ve metafizik. Fiziğin ve biyolojinin bakış açısı "dış ışığa" denk düşer; elektromanyetik dalga olarak ışık ya da enerji veya enformasyon taşıyıcı. Metafizik görüşün araştırdığı ise "içsel ışık"; bununla kastedilen mistiklerin duyumsadığı ışık (aydınlanma) deneyimleri ve ışık fenomenleri ile birlikte tıbbi olarak ölmüş ve yeniden hayata döndürülen insanların yaşadıklarıdır.
Işığın tüm bu türleri, her biri kendi yöntemiyle iyileştirici tesirler taşırlar. Atalarımıza göre ışık daha çok metafizik bir olguydu, unsurdu. Tanrısal bir nitelik taşıyordu; güneş ve ay; gün ve gecenin büyük fenerleri ile birlikte gökteki yıldızlara ve gezegenlere de tanrı olarak tapınıldı. Bu tapınmanın temelinde yatan anlayışı, en güzel bir biçimde ölümünden az bir süre önce Goethe'nin Akkermann'a söylediklerinde yeniden bulmaktayız
"Eğer bana sorarlarsa, doğamdan mıdır güneşe tapmam, öyleyse defalarca söylüyorum: Elbette! Çünkü yüce olanın zuhurudur o, hem de en kudretlisi, biz dünya çocuklarının algısına sunulan. Ben ondaki ışığa ve Tanrı'nın yaratıcı gücüne tapıyorum, sadece onun sayesinde yaşar, oluşturur ve var oluruz; bitkiler ve hayvanlar ile birlikte. "
IŞIĞIN GERÇEK VARLIĞI: BİR BİLMECE
Eski Sümerler ve Babilliler de güneşe tapardı. Keltler ve Germenler de güneşe bir Tanrı olarak saygı gösterirdi, aynı şekilde İnkalar ve binlerce insanı kesip, onların titreyen kalplerini güneşe kurban eden Aztekler de. İnançlarına göre bu, güneş gücünün sürekliliğini sağlamaktaydı. Bu örf, muhakkak büyük bir yanlış anlamanın eseri ve ruhsal bir tebligatın yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü; anlamamız gerekenin, kalplerimizi güneşe adamamızı öneren bir mantal öğütten ibaret olduğunu düşünebilirsek, asıl yoruma ve manaya işte o zaman ulaşmış oluruz.
Mısırlılarda güneş; Tanrı Ra'nın varlığında, İlahlar Panteonunun en üst noktasında yerini almaktaydı, onun bakışı ışığı yaratırdı M.Ö. 13. yüzyıldan kalan papirüslerde bu bilgiler var. Mısırlı hekimler büyük bir ihtimalle, ışığın ve renklerin iyileştirici gücünü bilmekteydiler.
Yunanlılarda bu bilgi iyice belgelenmiştir. Onlar Güneş tanrıları Helios için bir şehir adadılar, "renk terapisi" uygulanan tapınaklarıyla Ünlü olan Heliopolis'i Orada ışığın anlamı; tedavi ve dinsel bütünselliğini henüz korumaktaydı. Işık, tanrı'nın vasfı ve aracıydı, sıkça da onunla özdeş görülürdü:
"Tanrı ışıktır ve onda zerre kadar zulmet mevcut değildir..." Havari Yuhanna'nın ilk mektubunda böyle denmektedir. Ve ardından: "Kim ki kardeşlerini sever, o ışıktadır, çünkü Tanrı sevgidir ve kim ki sevgide barınır, o Tanrıda ve Tanrı ondadır."
Işık, Sevgi ve Tanrı; "Bir"dirler. Bu bize bir Hint kavramı olan "Sattwa"yı hatırlatıyor; o, tanrısal özün vasfına ve aynı zamanda ışığa, ruhsallığa ve bunlardaki merhamet, sevgi dolu ilkeye işaret etmektedir.
Günümüzde ise ışık bu ruhsal anlamını neredeyse tamamen kaybetmiştir. Ve bugün çoğu insan için düğmeye basıldığında ortaya çıkan bir şeydir. Işık artık özel bir şey değil, sadece bir çeşit elektromanyetik dalgadır. Nasıl ortaya çıktıkları ve nelerden oluştukları fizik kitaplarında yazılıdır. Oysa ışığın gerçek varlığı halen bir bilmecedir ve atalarımızın, ışığı Tanrı'nın bir vasfı olarak görmeleri; bugünün doğa bilimcilerinin ve yeni fizikçilerinin öne sürdüğü "dalga/parçacık düalizmi" anlayışından daha tuhaf değildir.
Ttuz gerçeği
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ ?
• Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde,midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…
• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağ ırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…
• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…
• Bütün bunların, 1600 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı
ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu...BİLİYOR MUYDUNUZ ?
• Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde,midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…
• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağ ırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…
• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…
• Bütün bunların, 1600 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı
ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu...BİLİYOR MUYDUNUZ ?
18 Kasım 2013 Pazartesi
PİRAMİTLERİN SIRLARI
Binlerce yıl önce yapılan piramitlerde bugün bile hala binlerce sır yatmaktadır. İşte piramitlerin şaşırtan özellikleri:
- Büyük Piramitin açıları, Nil'in delta yöresini iki eşit parçaya böler.
- Gize'deki üç piramit aralarında bir Pitagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.
- Büyük Piramitin taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını verir.
- Gize'deki üç piramit aralarında bir Pitagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.
- Büyük Piramitin taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını verir.
- Büyük Piramitin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
- Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alır.
- Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.
- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
- Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
- Piramitin yüksekliğiyle,çevresi arasındaki oran,bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
- Gizde'den geçen boylam,dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler.Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.
- Bugün teknolojik olarak çok ilerlemiş Japonya bile Keops piramidinin aynısını yapamamaktadır. Ziyaretçilerin Keops piramidine girişine izin verilmediği, bunun nedenin de piramidin koridorlarının çok dar ve dik olması olduğu söylenmektedir.
- Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi verir.(149.504.000km)
- Piramidin çalışkan işçilerinin olağanüstü bir çabayla günde 10 parça üst üste koyduklarını kabul edersek, piramitteki 2.5 milyon taçın 250.000 gün, yanı 664 yılda ancak oluşmuş oluyor. Oysa piramit 20-30 yılda tamamlanmıştır.
- Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir.Bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce km uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildikleri tam olarak bilinmemektedir.
- Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya yılda iki kez güneş girer.(doğduğu ve tahta çıktığı günler.)
- Mısır'daki büyük piramit,30 yılda inşa edildi.Bu piramitin taşları ile Fransa'nın etrafında 3m. lik bir duvar yapılabilirdi.
- Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.
- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
- Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
- Piramitin yüksekliğiyle,çevresi arasındaki oran,bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
- Gizde'den geçen boylam,dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler.Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.
- Bugün teknolojik olarak çok ilerlemiş Japonya bile Keops piramidinin aynısını yapamamaktadır. Ziyaretçilerin Keops piramidine girişine izin verilmediği, bunun nedenin de piramidin koridorlarının çok dar ve dik olması olduğu söylenmektedir.
- Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi verir.(149.504.000km)
- Piramidin çalışkan işçilerinin olağanüstü bir çabayla günde 10 parça üst üste koyduklarını kabul edersek, piramitteki 2.5 milyon taçın 250.000 gün, yanı 664 yılda ancak oluşmuş oluyor. Oysa piramit 20-30 yılda tamamlanmıştır.
- Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir.Bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce km uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildikleri tam olarak bilinmemektedir.
- Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya yılda iki kez güneş girer.(doğduğu ve tahta çıktığı günler.)
- Mısır'daki büyük piramit,30 yılda inşa edildi.Bu piramitin taşları ile Fransa'nın etrafında 3m. lik bir duvar yapılabilirdi.
- Mumyalarda rodyoaktif madde bulunduğundan; mumyaları ilk bulan 12 kişi kanserden ölmüştür.
- Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
- Kirletilmiş suyu, birkaç gün piramidin içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
- Piramidin içerisinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
- Bitkiler piramidin içinde daha hızlı gelişirler.
- Piramidin içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yapmadan piramit içinde mumyalaşır.
- Kesik ,yanık ve sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramit içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
- Piramitlerin bazı odalarını içinde ne olduğu hala bilinmemektedir. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler.
- Piramitlerin içleri yazın soğuk, kışın çok soğuk olur.
- Uzayda,aynı Mısır'daki piramitler ve Sfenks'in dizilişine uygun şekiller vardır.Ayrıca piramitlerin,bir yıldız kümesine göre dizili oldukları iddia edilmektedir.
- Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
- Kirletilmiş suyu, birkaç gün piramidin içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
- Piramidin içerisinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
- Bitkiler piramidin içinde daha hızlı gelişirler.
- Piramidin içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yapmadan piramit içinde mumyalaşır.
- Kesik ,yanık ve sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramit içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
- Piramitlerin bazı odalarını içinde ne olduğu hala bilinmemektedir. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler.
- Piramitlerin içleri yazın soğuk, kışın çok soğuk olur.
- Uzayda,aynı Mısır'daki piramitler ve Sfenks'in dizilişine uygun şekiller vardır.Ayrıca piramitlerin,bir yıldız kümesine göre dizili oldukları iddia edilmektedir.
- Piramitlerin bazılarında,kilometrelerce devam eden tüneller vardı. Bu tüneller,kimi zaman bir tuzağa, kimi zaman da firavunun gerçek mezarında çıkardı.
- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku neşretmeden Piramit içinde mumyalaşır.
- Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramitin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
- Firavun mezarlarının dağlarda açılan oyuklara yapıldığı dönemde,mezar için çalışan tüm işçiler, tanrılara kurban verilirlerdi. Bu, hırsızlara karşı alınmış bir önlemdi.
- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku neşretmeden Piramit içinde mumyalaşır.
- Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramitin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
- Firavun mezarlarının dağlarda açılan oyuklara yapıldığı dönemde,mezar için çalışan tüm işçiler, tanrılara kurban verilirlerdi. Bu, hırsızlara karşı alınmış bir önlemdi.
Piramitlerin Sirlari
Piramitlerin Sirlari 2
Piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi cihazlarin
çalismadigini, Kirletilmis suyun bir kaç gün piramitin içinde birakildiginda
aritilmis olarak bulundugunu, Piramitin içerisinde sütün bir kaç gün
süreyle taze kaldigini ve sonunda bozulmadan yogurt haline geldigini,
Bitkilerin piramit içerisinde daha hizli büyüdüklerini,
Çöp bidonu içindeki yemek artiklarinin hiç koku yaymadan mumyalastiklarini,
Kesik, yanik, siyrik ve yaralarin piramitin içinde daha çabuk iyilestigini
Piramitin içinin yazin soguk, kisin sicak oldugunu,
Piramit kimin adina yapildiysa onun bulundugu odaya yilda 2 kez günes girdigini
ve bu günlerin dogdugu ve tahta çiktigi günler oldugunu, Biliyor muydunuz?
Piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi cihazlarin
çalismadigini, Kirletilmis suyun bir kaç gün piramitin içinde birakildiginda
aritilmis olarak bulundugunu, Piramitin içerisinde sütün bir kaç gün
süreyle taze kaldigini ve sonunda bozulmadan yogurt haline geldigini,
Bitkilerin piramit içerisinde daha hizli büyüdüklerini,
Çöp bidonu içindeki yemek artiklarinin hiç koku yaymadan mumyalastiklarini,
Kesik, yanik, siyrik ve yaralarin piramitin içinde daha çabuk iyilestigini
Piramitin içinin yazin soguk, kisin sicak oldugunu,
Piramit kimin adina yapildiysa onun bulundugu odaya yilda 2 kez günes girdigini
ve bu günlerin dogdugu ve tahta çiktigi günler oldugunu, Biliyor muydunuz?
SİLİNEBİLEN YAPAY DÖVME
1 ÇAY KAŞIĞI HİNT KINASI
AZCIK ZEYTİN YAĞI
BİRAZCIKTA OKSİJEN SUYU
BUNLARI KARIŞIM YAPIN. ,KINACILAR DAN ŞEKİL ALIP,HEMEN DÖVMEYİ BEKLETMEDEN YAPIN.
AZCIK ZEYTİN YAĞI
BİRAZCIKTA OKSİJEN SUYU
BUNLARI KARIŞIM YAPIN. ,KINACILAR DAN ŞEKİL ALIP,HEMEN DÖVMEYİ BEKLETMEDEN YAPIN.
15 Kasım 2013 Cuma
ENGİNAR KARACİĞER DOSTU,
ENGİNAR KARACİĞER DOSTU,
bilmediğiniz yönleri size kilo vermede yardımcı olurken aynı zamanda da bunaltıcı sıcaklarda size daha sağlıklı beslenme sağlayacak.
Enginar detoksa bire bir
Enginar sebze topluluğunun ıstakozu sayılır. Yenilebilir kısmına erişebilmek için gerçekten çok çaba harcamamız gerekir. Enginar karaciğeri temizleyen bir besindir. Karaciğer sağlığı ve detoks için de birebirdir. Peki neden? Çünkü bu bitki silimarinin kaynağıdır. Silimarinin , karaciğerin korunmasına ve gelişmesine yardımcı olan bir önemli bir bitki bileşenidir.
Enginar Mideyi Rahatlatır
Enginarın faydaları saymakla bitmez. Enginar yaprakları, sağlıkla ilgili çeşitli konularda faydalı olduğu tespit edilen bir dizi aktif kimyasal bileşke içerir. Örneğin bitkinin safrayı uyarıcı faaliyeti kontrollü deneylerle belgelenmiştir. Enginar, yapılan çalışmalarda enginar özü verilen kronik gastointestinal hastaları dikkate değer bir şekilde iyileşme göstermişlerdir. İncelemeyi yürüten araştırmacılar hastaların yüzde seksen beşinin mide ağrısı, mide bulantısı ve kusmadan önemli oranda kurtulduğunu ifade etmiştir.
Bu öz, yüksek kolesterol ve trigliseridlerin tedavisinde de kullanılır. Deney tüpü incelemelerinde, enginardaki flavonoidlerin, özellikle luteolin kardiyovasküler hastalıkların kesin sebebi olan LDL(kötü) kolesterolün oksidasyonunu engellediği görülmüştür.
Göz dostu
Orta boyda bir enginar 72mg magnezyum, 425 mg potasyum, folat, lutein ve zeaksantin adlı göz dostu karotenoidler ve hepsinden daha da önemlisi 6.5 gr lif içerir. Eğer büyük boy bir enginar seçerseniz, lif miktarı neredeyse 9 grama kadar yükselir ki bunların tümünü sadece 60 kalori karşılığında alırsınız.
TARÇIN ŞEKERİ DÜŞÜRÜR
TARÇIN ŞEKERİ DÜŞÜRÜR,ÖNCE TATLI KAŞIĞI İLE BAŞLAYIP ÇOĞALTABİLİRSİNİZ.
AYRICA HAZMI DA KOLAYLAŞTIRIR.
ŞEKER HASTALIĞI OLANLAR
ÖZELLİKLE BİR KASE YOĞURDA KARIŞTIRIP YEMEK ÇOK FAYDALIDIR.
AYRICA HAZMI DA KOLAYLAŞTIRIR.
ŞEKER HASTALIĞI OLANLAR
ÖZELLİKLE BİR KASE YOĞURDA KARIŞTIRIP YEMEK ÇOK FAYDALIDIR.
14 Kasım 2013 Perşembe
ZAYIFLATAN BİTKİLER
Zayıflatan Bitkiler
Hayatımızda yer alan bitkilerin inanılmaz mucizeler yarattığı gerçek. Hem sağlıklı olmamızı sağlar hem de en sağlıklı şekilde zayıflamamızı sağlayan bitkler hangileri? Acaba hangi bitki nasıl zayıflatıyor? Hangi bitkiyi nasıl kullanmalısınız?Tere tohumu
Metabolizmanın canlanmasına yardımcı oluyor ve troid bezlerinin daha verimli çalışmasına katkıda bulunuyor.
Funda yaprağı
Zayıflamaya ve yağların vücut tarafından daha iyi yakılmasına destek veriyor. Açlığın bastırılmasına da yardım ediyor.
Zencefil
Alınan besinlerin daha iyi sindirilmesine yardımcı oluyor ve bünyeyi güçlendiriyor. Kilo verilirken enfeksiyonlara yakalanma riskini de azaltmaya destek oluyor.
Yeşil çay
Metabolizmayı hızlandırarak kilo vermeye ve bağırsaktaki faydalı bakterileri artırarak sindirmeye yardımcı oluyor.
Krom GTF
Pankreasın kan şekeri seviyesini dengelemesine destek veriyor. Diyetlerde kan şekeri seviyelerinin düşmesine ve artmasına engel oluyor. Açlığın ve tatlı krizinin bastırılmasında fayda sağlıyor.
Co-Enzyme Q10
Zayıflarken sağlığınızı korumanıza yardım eden güçlü bir antioksidan. Enerji metabolizmasını canlandırarak kilo kaybı sırasında yaşanan halsizlik problemlerine karşı etkili oluyor.
L-Carnitine Vücutta depolanmış yağların yakımını hızlandırıyor ve kasların performansını artırıyor. Özellikle diyetle beraber yapılacak olan egzersizden daha iyi sonuç alınmasına destek veriyor.
ÇAYIN BİLİNMEYEN 8 YARARI
Yapılan pek çok araştırmanın sonucuna göre özellikle siyah ve papatya çayının cilt üzerinde pek çok yararı var.
Siyah çay göz altı morluklarınıza iyi gelirken papatya çayı böcek sokmalarının acısını azaltıyor. Peki çay sayesinde saç renginizi doğal yöntemlerle açabileceğinizi biliyor muydunuz?
Saça parlaklık kazandırır
Çay torbalarını 15 dakika kaynar suyun içinde beklettikten sonra birkaç saat ya da bir gece boyunca soğutun. Ertesi gün bu karışımı temiz saçlarınıza sürün ve 15 dakika bekletin. Bu kürü 1 hafta boyunca uygulayarak saçlarınızda daha parlak bir görünüm elde edebilirsiniz.
Güneş yanıklarına iyi gelir
Yazın son günlerinde fazla güneşlendiniz ve cildinizde güneş yanıkları mı oluştu? Soğuttuğunuz çay torbalarını eski bir tişörtünüzle sararak yaralarınızın üzerine soğuk kompres yapın. Soğuk çay, güneş yanıklarınızın acısını dindirecektir.
Böcek ısırıklarına iyi gelir
Papatya çayının böcek ısırıkları üzerinde mucizevi bir etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Papatya çayı torbasını soğuttuktan sonra böceğin ısırdığı bölgeye sürün. Şişliğin birkaç dakika içinde indiğini gözlerinizle göreceksiniz.
Göz altı şişliklerinizi indirir
Uykusuz bir gecenin ardından bir fincan çay sizi ayıltırken gözlerinizin altındaki morlukların da inmesine yardımcı olur.
Ayak sağlığına iyi gelir
Ayaklarınız kokuyorsa ya da mantar hastalığına yakalandıysanız çay oldukça iyi gelecektir. Kaynattığınız suyu ılıttıktan sonra büyük bir kaba dökerek ayaklarınızı içine yerleştirin. Çay, içinde barındırdığı asit sayesinde anti bakteriyel özelliğe sahiptir. İki günde bir ayaklarınızı bu kürün içine sokarak ayak sağlığınızı koruyabilirsiniz.
Kuru cildinizi nemlendirir
Pamuğunuzu soğuk yeşil çayla ıslatın ve günde iki kere cildinize sürün. Bu kür, cildinizin kısa sürede temizlenmesine yardımcı olurken onu nemlendirecektir.
Ağda sonrası kızaran cildinize iyi gelir
Eğer hassas bir cildiniz varsa ve ağdadan ya da tıraştar sonra kaşınıyorsa soğuk siyah çay kurtarıcınız olacaktır. Tüy alma işleminizden sonra bir pamuk yardımıyla soğuk çayı kaşınan ve kızaran bölgelerinize sürün. Acınız beş dakika içinde hafifleyecektir.
Saç renginizi açar
Eğer saç renginizi doğal yollardan açmanın yöntemini arıyorsanız bunun için çay yeterli olacaktır. Siyah, papatya, rooibos (kırmızı) çayları saçlarınıza en iyi renk kazandıracak çaylar arasındadır. Suyu ve çayı bir şişede karıştırdıktan sonra saçınıza uygulayın ve bu karışımı bir süre saçınızda tutun.
Saç renginiz uyguladığınız çaya göre kısa süre içinde açılacaktır.
12 Kasım 2013 Salı
Sarılık için şifa
Sarılık için şifa
Hıyarı rendeleyip nöbet şekeri ile yemeye devam etmeli.
veya 250 gram kadar hıyarın tohumunu güzelce kaynatıp suyunu nöbet şekeri ile içmelidir.(tecrübe olunmuştur
Hıyarı rendeleyip nöbet şekeri ile yemeye devam etmeli.
veya 250 gram kadar hıyarın tohumunu güzelce kaynatıp suyunu nöbet şekeri ile içmelidir.(tecrübe olunmuştur
Felç hastalığına Deva
Felç hastalığına Deva
1 kilo et kemik yağı 100 gram zencefil ve bal ile karıştırır ve aç karnına yer.
(Başka Bir formül= mercan balığı Tutmayan çalışmayan aza lara (yere) sarar 24 saat sonra balıkta et kalmaz. Hasta da da hastalıktan eser kalmaz. tecrübe olunmuştur.
1 kilo et kemik yağı 100 gram zencefil ve bal ile karıştırır ve aç karnına yer.
(Başka Bir formül= mercan balığı Tutmayan çalışmayan aza lara (yere) sarar 24 saat sonra balıkta et kalmaz. Hasta da da hastalıktan eser kalmaz. tecrübe olunmuştur.
Mide Ülserine Şifa (100%100 Çözüm)
Mide Ülserine Şifa (100%100 Çözüm)
2 fındık büyüklüğünde sarı balmumu, bir fındık büyüklüğünde tane sakız denilen avrupadan gelen beyaz yani sarı renkteki sakız, 250 gram halis zeytin yağında yağı yakmamak şartı ile her sabah bir fincan içilir, üzerine 3 saat yemek yemeyecek. acı biber yemek yasak. bunu böyle 40 gün devam edecek. 40 gün sonra eser kalmaz hastalıktan. Çok defa tecrübe olunmuştur.
2 fındık büyüklüğünde sarı balmumu, bir fındık büyüklüğünde tane sakız denilen avrupadan gelen beyaz yani sarı renkteki sakız, 250 gram halis zeytin yağında yağı yakmamak şartı ile her sabah bir fincan içilir, üzerine 3 saat yemek yemeyecek. acı biber yemek yasak. bunu böyle 40 gün devam edecek. 40 gün sonra eser kalmaz hastalıktan. Çok defa tecrübe olunmuştur.
11 Kasım 2013 Pazartesi
İkinci Güneş Sistemi bulundu!
İkinci Güneş Sistemi bulundu!
Avrupalı astrofizik uzmanları, içinde bir yıldız ve yedi gezegenin bulunduğu ikinci bir Güneş Sistemi buldu. Astrofizikçiler, Dünya ve Güneş Sistemi’ne benzer bir sistem arayışlarında önemli gelişme kaydetti. Avrupalı astrofizikçiler, Güneş sistemi ile aynı yapıda ikinci bir sistem tespit ettiklerini duyurdu.Alman Havacılık ve Uzay Merkezi DLR, dünyadan 2 bin 500 ışık yılı uzaklıkta, içinde yedi gezegenin bulunduğu ikinci bir Güneş Sistemi’nin varlığının anlaşıldığını bildirdi. Uzmanlar ilk kez, KOI-351 yıldızının etrafında başka bir yıldızın etrafında tespit edemedikleri kadar kapsamlı bir gezegen sisteminin olduğunu belirtti. KOI-351 yıldızı ve etrafındaki yedi gezegenin, Güneş ve etrafındaki gezegenlerle aynı dizlime sahip olduğu kaydediliyor. Berlin Gezegen Araştırmaları Enstitüsü’nden Juan Cabrere, daha önce hiçbir yıldızın etrafında, KOI-351′in etrafında olduğu gibi dünyanın kozmik sistemine benzer bir sistem keşfedilmediğine dikkat çekti. KOI-351 yıldızına yakın iç kısımda Dünya benzeri kaya gezegenleri ve dış tarafta ise Jüpiter ya da Satürn gibi gaz gezegenleri olduğunu ifade etti. KOI-351 yıldızı adını NASA’nın gezegen teleskopu olan Kepler uzay teleskopundan alıyor. Yıldız, 2008-2013 yılları arasında gözlemlenmiş ve gezegenler için önem taşıyan bir yıldız adayı olarak kabul edilmişti. KOI-351 etrafındaki yedi gezegenden üçü geçen son birkaç yılda keşfedilmişti. Dört gezegense bu araştırmayla birlikte keşfedilmiş oldu. Daha önce de Güneş Sistemi oluşturabilecek yıldızlar tespit edilmiş ancak onların etrafında genelde tek bir gezegen bulunabilmişti. Uzmanlar, gezegen sistemlerinin varlığının mümkün olduğunu ancak onları ortaya çıkarmanın zor olduğunu belirtiyorlar. Araştırma sonuçları, Astrophysical Journal’de yayımlandı.
Kaynak: veteknoloji.com
Avrupalı astrofizik uzmanları, içinde bir yıldız ve yedi gezegenin bulunduğu ikinci bir Güneş Sistemi buldu. Astrofizikçiler, Dünya ve Güneş Sistemi’ne benzer bir sistem arayışlarında önemli gelişme kaydetti. Avrupalı astrofizikçiler, Güneş sistemi ile aynı yapıda ikinci bir sistem tespit ettiklerini duyurdu.Alman Havacılık ve Uzay Merkezi DLR, dünyadan 2 bin 500 ışık yılı uzaklıkta, içinde yedi gezegenin bulunduğu ikinci bir Güneş Sistemi’nin varlığının anlaşıldığını bildirdi. Uzmanlar ilk kez, KOI-351 yıldızının etrafında başka bir yıldızın etrafında tespit edemedikleri kadar kapsamlı bir gezegen sisteminin olduğunu belirtti. KOI-351 yıldızı ve etrafındaki yedi gezegenin, Güneş ve etrafındaki gezegenlerle aynı dizlime sahip olduğu kaydediliyor. Berlin Gezegen Araştırmaları Enstitüsü’nden Juan Cabrere, daha önce hiçbir yıldızın etrafında, KOI-351′in etrafında olduğu gibi dünyanın kozmik sistemine benzer bir sistem keşfedilmediğine dikkat çekti. KOI-351 yıldızına yakın iç kısımda Dünya benzeri kaya gezegenleri ve dış tarafta ise Jüpiter ya da Satürn gibi gaz gezegenleri olduğunu ifade etti. KOI-351 yıldızı adını NASA’nın gezegen teleskopu olan Kepler uzay teleskopundan alıyor. Yıldız, 2008-2013 yılları arasında gözlemlenmiş ve gezegenler için önem taşıyan bir yıldız adayı olarak kabul edilmişti. KOI-351 etrafındaki yedi gezegenden üçü geçen son birkaç yılda keşfedilmişti. Dört gezegense bu araştırmayla birlikte keşfedilmiş oldu. Daha önce de Güneş Sistemi oluşturabilecek yıldızlar tespit edilmiş ancak onların etrafında genelde tek bir gezegen bulunabilmişti. Uzmanlar, gezegen sistemlerinin varlığının mümkün olduğunu ancak onları ortaya çıkarmanın zor olduğunu belirtiyorlar. Araştırma sonuçları, Astrophysical Journal’de yayımlandı.
Kaynak: veteknoloji.com
BEYİN GÜCÜ NASIL GELİŞTİRİLİR VE BEYİN NASIL BİR GÜÇTÜR ?
BEYİN GÜCÜ NASIL GELİŞTİRİLİR VE BEYİN NASIL BİR GÜÇTÜR ?
Kıymetli okurlarım yeni bir araştırma ve hazırlık makalem ile sizlerle beraberiz. Bu makalemde sizler için dünyanın IQ'su en yüksek insanı ve 228 puan ile Guinness rekorlar kitabına giren Marilyn Vos Savant'ın bu başarısı hakkında "Beyin Gücü Nasıl Geliştirilir" adlı kitabındaki önerilerin bir kısmını kaynak olarak alıp siz kıymetli okurlarımı aydınlatmayı düşünmekteyim. Beyin inanılmaz bir mekanizmadır öyleki bu dahiyane mekanizmanın halen karşısında pes etmemiş bir teklonoji harikası bulunmamakla beraber yarış yapabilecek imkanlar dahi keşvedilememiş, asırlar dahi geçse bunun mümkün olmayacağı da aşikâr'dır. Toplumumuzda bir takım olumsuz düşünceler bulunmakta şöyle ki: benim oğlum çok zeki, IQ'su yüksek, komşumun çocuğu çok aptal gibi vs... Oysa ki dahi, deha, zeki gibi kavramlar ayrıcalıklı insanlara sunulmuş özel bir lütf değildir. Her sağlıklı pataloji ile doğan insan 1.000.000.000 (Bir milyar) "Nöron" hücresi ile doğmaktadır. Zaman içerisinde ailelerin çocuklarını yönlendirmesi ve eğitim psikolojisinin uygulanması ile yön alarak gelişmesine, yada yine ailelerin anevi değer yargılarını çocukları üzerinde egoist, narsist, sadist vb. hegomanyayı uygulamaları neticesinde başarı veyahut gelişim sağlanamamakta bilakis ortaya var olan hazineyi beynin bellekleri arasında güvensizlik, bastırılmış duygular ile külleştirmeye vesile olmaktadır. Bizim jenerasyonu baz alarak biraz konumuzu geliştirmek istiyorum. Yetişme dönemlerimizde teklonojinin harikalarından olan; televizyon, bilgisayar gibi vasıtalar yok idi ve bu teklonoji ile gençlik dönemlerimizde tanıştık, oysaki şimdi doğmakta olan çocuklar ise bilgisayarın, televizyon dünyasının içinde bu iki teklonojiye aşina olarak hayata adım atmakta. Elbetteki burada bu iki teklonoji harikası diye tabir ettiğim imkanları övmek ve hayat için olmazsa olmaz olduklarını ifade etmek maksatında değilim, fakat gözardı edilmeyecek bir yanları da var ki o da: Astronomi, Coğrafi, Hayvanlar alemi ve İnsanlar alemini inceleyen Belgeseller, Uzay bilmini bilim kurgu ile görsel teklonoji vasıtasıyla sunumlar, Tıp Bilmi, Sanat Bilmi vs. vs. bu ve buna benzer yüzlerce örnekler verebiliriz ki bunlarda gelişim dönemindeki çocukların daha ana okullarına başlamadan önce Lise mezunu gibi analiz, mantık kabiliyetlerini geliştirebilmekteler. Sonrasında ise; "Şimdi doğan çocuklar Lise mezunu doğuyor" diyerek onların bizlerin jenerasyonlarına nazaran daha zeki olduklarını ifade ediyoruz. Oysa ki yukarıda da sizlerin bilgisine sunduğum üzre sağlıklı pataloji ile doğan her insan 1 milyar "Nöron" hücresi ile hayata gelmektedir yani zamanın değişmesiyle insanların zeka farklılıkları kazanmaları gibi bir imkanları bulunmamakta. Dolayısiyle yaradılışta herhangibir beyinsel farklılık yok ise ve herkes aynı "Nöron" hücresi ile doğuyor ise ortada kişinin kendisini geliştirmesi ve beyni kullanmasıyla deha, zeki veyahut dahi olabileceğini kanıtlamış oluyoruz. Her insan leb-i derya bir hazineyi kafa taslarımızın içerisindeki beyinde saklamaktayız, ancak bir çoğumuz bu hazinenin varlığından bihaber yaşamakta karşımızdaki başarılı insanları gördükçe onların ayrıcalıklı, üstün vasıflarla yaratılmış olduklarını düşünerek gıbta etmekteyiz oysaki birisi tek bir farklılık var o da jenerasyon farklılığıdır. Şöyle ki şimdiki jenerasyon diye adlandırabileceğimiz, teklonojik imkanlar ile tanışma şansları olan gençler, diğer tarafta ise gençlik dönemlerinde bir kısmının tanıma imkanları olan yada daha öncesinde dünyaya gelmiş bu imkanlarla son bahar diye tabir edeceğimiz dönemlerinde tanışmış olan insanlar. Evet farklılık sadece bu 2 jenerasyonda saklıdır, 1) hayatlarının sonbaharında teklonoji ile tanışan ama bir çoğunu analiz edemeyen, kullanamayan insanlar, 2) Teklonojinin getirileri olan Televizyon, Bilgisayar ile tanışma şansı hiç olmayan insanlar... Beyin; gözlemleyerek göz hafızasını, matamatiksel proplemleri çözmeye çalışarak sayısal ve analiz mekanizmasını, yazı yazma kabiliyetini, kelime haznesini, konuşma diksiyonunu, geliştirmenin araçlarını, vasıtalarını kullanarak zeki, dahi olabilir. Tabi bunlara giden yol ise kişinin öncelikli olarak kendisine inanması, sadakatli olması, başarıyı hedeflemesi, azm'i elinden bırakmaması, motivasyonunu, konsantrasyonunu, odaklanabilme sanatını kavrayabilmesi gerekmektedir. İlk bakışta bu makaleyi okudukça bu doktor çok zor olanı izah ediyor diyecek belki de sıkılacak bazılarımız oysaki mühim olan zor olanı başarabilmektir, çünki zor elde edilmesi meşakat isteyen ancak elde edildikten sonra da başarısının hazzı çok büyük olan bir mücadele sanatıdır. Kendimizi şartlandırmalı ve herşeyden önce kendimize olan özgüvenimizi yakalayabilmeliyiz sonrasında herşey kendiliğinden çorap söküğü gibi çözümlenecek, başarıya ulaşmanız dolayısiyle zeka, dahi gibi bir ünvana yakıştırılmanız çok daha kolaylaşmış olacaktır. Beynimizde bulunan kelime haznesi, yazı yazma kabiliyeti, konuşma ve konuşulanı anlama kabiliyeti, hayal kurma, analiz etme, proplemleri çözme kabiliyetleri gibi bellekler bulunmakta. Bunları ne kadar çok güçlendirirsek o kadar çok beynimizin bize hizmet ettiğini, bize daha çok özgüven kazandırdığını görmüş olacağız. Tabi makalemin başında da söylediğim gibi bir takım jenerasyon farklılıkları neticesinde gelişim biraz geç olmuş veyahut beyinlerimizdeki mucizevi başarıyı keşvedemeden o bellekleri tozlu raflarda unutmuşuzdur, ancak öğrenmenin hiçbir zaman yaşı yoktur, hatta dönüşü olmayan, telafi edilemeyen bir patalojik proplemlere sebebiyet verilmemiş yada böyle bir proplemler ile karşılaşılmamış ise hiçbirşey için geç kalınılmış değildir.Beynimiz çok güçlü ve kuvvetli bir hazinedir, bizim kendisini keşvetmemizi beklemektedir. Sizlere tavsiyem şudur: kendiniz için beyinsel gücünüzü keşvetmekte geç kalmadığınızı öncelikli olarak idrak etmeniz, öte yandan yeni doğan, gelişmekte olan çocuklarınızı iyi bir eğitmen olarak yetiştirebilmenin, eğitim psikolojisi hakkında gerek duyulduğu vakit bir ebeveyn olarak destek almanın, onlara teklonojinin imkanları olan televizyon, bilgisayar vasıtalarıyla yararlı görsel bilimlerle tanıştırmanın prensipli gayretlerini sarf etmeniz gerekmektedir. Başarıya giden yolun sadakat, azim, sabr, odaklanma sanatları olduğunun şuuru ile bu telkinleri çocuklarınızı bıktırmadan, baskı, korku hegomanyası yaratmadan sevgi dünyasında yaşatarak empoze etmenin gayretini vermeniz gerekmektedir. Bu prensipler kendinizdeki beyin gücünüzü keşvetmekte ve geliştirmekte yararlı olduğunun da farkındalığı içerisinde olmalısınız. Sık sık proplemler çözünüz, hayaller kurunuz, o hayallerinizde yeni dünyalar, aktristler, aktörler belirleyiniz, senaryoyu bilimsel dayanaklarla süsleyerek şekillendiriniz, kendinize özgüveninizi kazanabilmek için sürekli sosyalleşin, yeni ve sağlam arkadaşlıklar, dostluklar edininiz. Beyin jimnastiği yapınız; eskileri, hatıraları beyninizde canlandırarak tekrar hatırlayınız, monotonluktan ve rutinleşmiş hayat kalıplarından kendinizi soyutlaştırınız. Bol bol egzersizler yapınız ve beynin ihtiyacı olan besin değerlerini almaya çalışınız öte yandan spor'un vücut için öneminin yanında beyin içinde önem taşımaktadır çünki spor yaptığınızda beyninize daha çok oksijen (O) gitmiş olacaktır. Şimdi sizlere dünyanın IQ'su en yüksek; Marilyn Vos Savant'ın başarısı ve önerisi hakkındaki sunumunu ve Beyin Gücünüzü Artırmak için Tıbben kanıtlanmış, 32 maddeden oluşan tavsiyeleri sunacağım.
BEYİN GÜCÜ NASIL GELİŞTİRİLİR?
Daha anlayışlı bir şekilde konuşmak, hesapları hızla yapabilmek, çocuğunuzun verdiği cevabın arkasında ne olduğunu hemen anlayabilmek ve ona göre davranabilmek... Küçük de olsa, bu ayrıntıların hayatımızı değiştirebileceğini unutmayın. Bunun içinde beyninize yaptıracağınız ufak egzersizler yeterli olacak. Bir de yediklerinize biraz dikkat etmeniz gerekiyor. Beynin ihtiyacı olan besinlerin başında makarna, pirinç, patates ve ekmek gibi karbonhidratlar geldiğini unutmayın .
Dünyanın IQ'su en yüksek insanı, 228 puan ile Guinness rekorlar kitabına giren Marilyn Vos Savant. Bunu nasıl başardığını ‘‘Beyin Jimnastiği: Beynin Gücünü Artırmak ve 12 Haftada IQ'nuzu Geliştirmek’’ adını verdiği kitapta anlatıyor. Savant, ‘‘Beyin jimnastiği aklınızın sınırsız kapasitesini öğrenmenizde, günlük hayatta karşılaştığınız problemleri çözmenizde, etrafınızdaki kişilerle iyi ilişkiler kurmanızda yardımcı olacak’’ diyor. İşte beyninizi geliştirmek için uygulayabileceğiniz programın başlıca etapları:
Daha zeki olmak için neler yemeli?
Beyin daha iyi çalışmak için 100 milyar hücresini besleyebilen yakıta ihtiyaç duyuyor. Bunun için de doğru diyeti uygulamak gerekiyor. Beynin ihtiyacı olan besinlerin başında karbonhidratlar geliyor; makarna, pirinç, patates ve ekmek. Bitkisel yağlarda ve yumurtanın sarısında bulunan E vitamini, magnezyum, çilek, domates ve sebzelerdeki C vitamini, bira mayasında karşılaşacağınız B1 vitamini, ıspanak ve muzdaki B6 vitamini, ayrıca D vitamini, kalsiyum bu yakıtı oluşturan başlıca maddeler.
Kelime dağarcığınızı hergün biraz daha geliştirin.
Günlük hayatta karşılaştığınız her kelimenin tam karşılığını biliyor musunuz? Bu soruya kesin olarak cevap veremiyorsanız kısıtlı bir sözlük bilgisine sahipsiniz demektir. Halbuki insanlarla ilişkilerinizi belli bir düzeyde tutmak ve anlaşabilmek için geniş bir sözlük bilgisine sahip olmalısınız. Toplumun büyük bir kısmı günlük hayatta 6 bin kelime kullanıyor. Bu sayı içinde tekrarlar da bulunuyor. Aşağıda sözlük bilginizi genişletmek için birkaç öneri bulacaksınız.
- Yeni duyduğunuz ya da okuduğunuz kelimelerin tam anlamlarını öğrenmek için sözlüğe bakın - Karşınızdaki kişi bilmediğiniz bir terim ya da deyim kullandığında ona anlamını sormaktan çekinmeyin - Argo kelimeleri kullanmaktan kaçının, konuşurken anlamlı ve kesin kelimeler seçin.
Hesap işlerinde samimi olun.
12 bölü 1/2 kaç ediyor? Eğer bu soruya cevap veremiyorsanız (ki sonuç 24 ediyor) hesap konusunda egzersiz yapmanız gerekiyor demektir. Matematik konusunda pratik olmak düşünceleri daha iyi kavrayabilmenizi, doğru kararlar alabilmenizi sağlıyor. Bunun için aşağıdaki tavsiyelere uyabilirsiniz: - Rakamları hiçbir zaman düşman gibi görmeyin, matematik soyut bir kavram değildir, her rakam belli bir niceliğe sahip ve bu nicelik üzerine düşünmek gerekiyor - Matematiğin sizi eğlendireceğini unutmayın, öğretmenlerle olan sorunlarınızı matematiğin üzerine atmayın; - Beyninizi kullanmayı öğrenin hesapları aklınızdan yapın, özellikle küçük işlemler için hesap makinası kulanmaktan kaçının.
Mantığınıza güvenin.
Mantık, problemleri analiz etmede ve çözüme ulaşmada size yardımcı olacak. Mantığınızı geliştirmek ve kullanabilmek içinse yapabilecekleriniz şunlar: - Problemler karşısında aklınızı kullanmaya, sakin olup, çözüm için en iyi yolu bulmaya çalışın. Annenizin, arkadaşlarınızın ya da eşinizin olaya karışmasına izin vermeyin - Eleştirel olmayı öğrenin, toplumun yüzde 50'sinin hükümetten memnun olduğunu duyduğunuzda geri kalan yüzde 50'nin de memnun olmadığını açıkça söyleyin - Kişilerin söylediklerine körü körüne inanmayın, dışarda yağmur yağıyor cümlesini duyduktan sonra, yanınıza şemsiye almadan önce bir kere de pencereden kendiniz bakın.
Gözlem ruhunuzu geliştirin.
Bir inek ile bir ananas arasındaki ortak özellik nedir? Bu soruya hiçbir cevap bulamıyorsanız gözlemlerinize güvenmemelisiniz demektir. Çünkü bu sorunun birçok cevabı bulunabilir, en azından ikisinin de birer canlı oldukları söylenebilir. Gözlem gücünüzü geliştirmek için: - Çevrenizdeki eşyalara ya da canlılara dikkatle bakın, yaşanmış olaylardan da yararlanabilirsiniz - Testleri çözün - Günlük hayatta karşılaştığınız reklam panolarına eleştirel gözle yaklaşın, hedefe ulaşmak için kullanılmış araçlara dikkat edin.
Konsantrasyon oranını arttırın.
Konsantrasyonunuzu ve dikkatinizi geliştirmek için aşağıdaki yollara başvurabilirsiniz: - Her seferinde bir tek iş yapın - Fazla zaman istemeyen işlerinizi çabucak yapın, böylece daha önemli işlerinize vakit ayırabilirsiniz - Televizyonu kapatın, televizyon ritmi dikatinizin dağılmasını sağlayacak - Yaptığınız işlerde sona ulaşmayı başarın, başladığınız işleri yarım bırakmak, özellikle de hiçbir neden yokken, zaman kaybından başka birşey değil.
Şimdi de sizlere Beyin Gücünüzü artırmak için 32 maddeden oluşan makaleyi sunuyorum. Unutmayınız her insan bir deha'dır, zeki'dir ve dahi'dir. Bu 3 katagoriye ayrılmış unsurlara vakıf olup sizlerinde başarılı olmama gibi hiçbir engeliniz yoktur. Engeller engebili ve zor olabilir ancak yıldırıcı, vaz geçirici asla olmamalıdır, bilmelisiniz ki hayat bir meşakat'tir ama her zor'un sonunda hazzı büyük başarı ve özgüven vardır. Düşününüz ki bir çok konularda düşündükçe kendinizin bile hayretlere düşebileceği analizler, yorumlar yapabiliyor bir takım kararları verebiliyorsunuz, önemli olan bunları reale dökebilmek, kendinize olan özgüveninizi yakalayabilmek gerekmektedir. Sizlerinde bunu yapabilcek kaabiliyetlerinizin olduğunu bilmekteyim bu vesileyle sizlerde var olan cevher'i açığa çıkartıp keşvedebilmeniz için sizlere yön göstermeye çalışyorum. 228 IQ ile Guinness rekorlar kitabına geçmeye hak kazanan, başarısı kanıtlanmış; deha, zeki ve dahi olarak adlandırılan, Marilyn Vos Savant neden olmayasınız ki? Şimdi aşağıda sizlerin bilgisine sunduğum 32 maddeyi dikkatle okuyun ve muhakkak ki uygulayınız.
1. Derin Nefes Alın. Daha fazla hava kanınız –yani beyniniz- içerisinde daha fazla oksijen anlamına gelir. Nefesinizi burnunuzdan alın ve mümkün olduğunca diyafram kasınızı kullanarak ciğerlerinizin alt kısmını doldurmaya çalışın. Birkaç kez derin nefes aldığınızda bu sizin hem gevşemenizi sağlar, hem de daha net biçimde düşünebilirsiniz.
2. Meditasyon Yapın. Şu an hemen uygulayabileceğiniz bir meditasyon tekniği, yalnızca gözlerinizi kapayın ve dikkatinizi nefesinize yöneltin. Kaslarınızı gevşetmeniz meditasyonunuza yardımcı olacaktır. Eğer zihniniz gezinmeye başlarsa dikkatinizi yalnızca nefesinize yöneltin. Beş on dakikalık bir meditasyon sizi gevşetir, zihninizi temizler ve özellikle zihinsel bir iş için sizi hazır hale getirir. Bu konuda sitemizde yer alan meditasyon uygulamalarından yararlanabilirsiniz.
3. Dik oturun. Duruşunuz bedeninizdeki fizyolojik mekanizmaları ve dolayısıyla zihinsel süreçlerinizi etkiler. Bunu kendi kendinize kanıtlayabilirsiniz. Kafanız öne doğru sarkmış, gözleriniz yere bakar ve ağzınız açık biçimde matematik işlemleri yapmayı ya da bir problem çözmeyi deneyin. Sonra aynı şeyi bir de dik vaziyette otururken, ağzınız kapalı ve karşıya ya da hafifçe yukarıya bakar durumda deneyin. İkincisinde zihninizin çok daha kolay çalıştığını göreceksiniz.
4. Doğru düşünme alışkanlıkları. Birkaç hafta belli bir problem çözme tekniği üzerinde çalışın. Kısa sürede alışkanlık haline geldiğini göreceksiniz. Gördüğünüz her şeyi bir an için yeniden dizayn etmeyi deneyin bu da bir süre sonra alışkanlık haline gelecektir. Bir parça çaba sarf ederek yararlı düşünme alışkanlıkları geliştirebilir ve sonra bunları çabasız biçimde kullanabilirsiniz. Alışkanlığın gücünden yararlanın.
5. Ölü zamanları değerlendirin. Arabayla bir yere giderken, bekleme salonunda beklerken, ya da boş boş otururken geçen zaman değerlendirilmezse ölü olur. Bir kasetçalar ya da CD çalar ile arabanızda ya da boş zamanlarınızda yabancı dilde ya da kendi dilinizde bilgilendirici bir şeyler dinleyebilirsiniz.
6. Yabancı dil öğrenin. Yeni bir dil öğrenmenin beyin işlevlerinde yaş ilerlemesine bağlı olarak gelişen performans kaybını azalttığı görülmüştür.
7. Konsantrasyon ve farkındalık egzersizleri. Zihninizi dağılmaktan alıkoyduğunuzda konsantrasyon ve net biçimde düşünme kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zihninizdeki karmaşayı izlemeyi ve durdurmayı öğrenin. Zihninizin arka planında sizi belli belirsiz biçimde rahatsız eden şeyler dikkatinizi çektiğinde onları halletmenin yoluna bakın. Bu, aramanız gereken birini arayıp o işten kurtulmak ya da yapacağınız işlerin listesini çıkarmak olabilir. Böylece en azından şimdilik yapacağınız işleri unutabilirsiniz. Biraz pratik yaparak bu sizin için daha kolay bir hale gelir ve düşünme süreçleriniz daha güçlü olur.
8. Yazı yazın. Yazmak zihniniz için çeşitli yönlerden yararlıdır. Belleğinize önemli olan şeyleri söylemenin bir yoludur, böylece gelecekte bazı şeyleri daha kolay hatırlayabilirsiniz. Yazmak düşünme süreçlerinizi netleştirir. Yaratıcılığınızı ve analitik becerilerinizi geliştirmek için iyi bir egzersizdir. Günlükler, parlak fikirlerle ilgili notlar, şiir ve hikayeler yazmak zihninizi güçlendirecektir.
9. Mozart dinleyin. California Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada bir müzik aleti çalan ve koroya katılan çocukların problem çözme ve mekansal düşünebilme konularında diğer çocuklara oranla daha büyük bir gelişme kaydettikleri görüşmüştür. Bir başka araştırmada 36 öğrenciye üç tane mekansal düşünme testi uygulanmış ve ilk testin hemen öncesinde Mozart’ın iki piyano için Re Majör sonatı on dakika süreyle dinletilmiş. İkinci testten önce gevşeme kaseti dinletilmiş, üçüncüden önce ise yalnızca sessizlik içinde oturmuşlar. Bu 36 öğrencinin ortalama skorları şöyle 1. test: 119; 2. test: 111; 3. test: 110.
10. Uykunuza dikkat edin. Herkesin uyku ihtiyacı birbirinden farklıdır. Kendi ihtiyacınızın altında ya da üstünde uyumayın. Uykunun saatinden çok derinliği önemlidir. Gün içindeki kısa kestirmeler beynin dinlenmesi ve şarj olması için oldukça yararlıdır.
11. Kafein. Kahve birçok kişi için zihin açıcı özelliğe sahiptir. Ancak fazla miktarda alındığında zihnin çalışmasını olumsuz yönde etkileyebilir. Kafein bazı kişiler için uzun vadede olumsuz yan etkilere sahip olabilir. Ancak kısa vadeli olarak işe yaramaktadır.
12. Şekerden kaçının. Karbonhidratlar genellikle beyninizin bulanıklaşmasına yol açar. Çünkü şeker aldığınızda onu karşılamak için kana insülin salgılanır. Eğer önemli bir zihinsel iş yapacaksanız hemen öncesinde makarna, şeker, beyaz ekmek ve patates cipsi gibi şeylerden sakının.
13. Hızlı okuma. Birçok kişinin inandığının tersine okuduğunuz şeyi daha hızlı okuduğunuzda onu daha iyi kavrarsınız. Daha kısa sürede daha fazla şey öğrenirsiniz ve hızlı okuma gerçekten çok iyi bir beyin egzersizidir.
14. Spor egzersizleri yapın. Egzersizlerin özellikle uzun vadede beyin gücünü geliştirmesi sürpriz değildir. Fiziksel sağlığınızı olumlu yönde etkileyen her şey doğal olarak beyninizi de olumlu yönde etkileyecektir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar 10 dakikalık bir egzersizden sonra bilişsel fonksiyonlarda artış olduğunu göstermektedir. Beyninizi tazelemek istiyorsanız küçük bir yürüyüş ya da birkaç hareket yapabilirsiniz.
15. Daha etkili biçimde öğrenin. Bir şeyi öğrenmeye karar verdiğinizde hem başlamadan önce, hem öğrenme esnasında, hem de sonrasında notlar alın. Başlamadan önce kendinize “Şu an bu konu hakkında neler biliyorum?” diye sorun. Ve bunları bir kağıda not edin. Bu, zihninizi öğrenmeye hazırlayacaktır. Çalışmayı bitirdikten sonra bir sonraki seans için zihninizde birkaç soru olsun. Ve kendi kendinize “şimdi ne öğrendim?” diye sorun.
16. Zihninizi netleştirin. Dağınık odalar ve ofisler dağınık düşünmeyi körükler. Zihinsel işler yapacağınız yeri buna uygun biçimde organize edin. Zor bir zihinsel işe başlamadan önce bedeninizi esnetin ve birkaç derin nefes alın.
17. Eğlendiğiniz bir şeyler yapın. Bu hem stres düzeyinizi düşürmenize hem de beyninizi tazelemenize yardımcı olacaktır. Yalnız burada önemli olan yaptığınız eğlenceli faaliyete aktif olarak katılmanızdır. Televizyon seyretmek böyle bir amaç için uygun değildir. Zihni geliştirici eğlenceli oyunlar oynamak ya da bir hobiyle uğraşmak, kısacası sizi dinlendiren ve eğlendiren bir şeyler yapmak beyninizin daha iyi biçimde düşünmesine yardımcı olacaktır.
18. Beyin egzersizleri yapın. Beyninizi sürekli değişik yönlerde çalıştırın. Bulmaca çözün, satranç oynayın, bir şeyler ezberleyin. Beynin çalıştırılması sürekli yeni nöron bağlantıları geliştirilmesine yol açar.
19. Yeni şeyler öğrenin. Bu beyne egzersiz yaptırmanın bir başka yoludur. Yeni bir şey öğrendiğinizde beyniniz buna uyum sağlamak için yepyeni bağlantılar geliştirmek zorunda kalır.
20. Bir şeyleri iyi yapan insanları modelleyin. Yaratıcı, zeki ve üretken insanlarla birlikte vakit geçirin. Onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışın. Onların yaptıklarını yapın ve onların düşündüğü biçimde düşünmeye çalışın. Onların önerilerine dikkatlice kulak verin. Başarılı insanlar genellikle bunu nasıl yaptıklarını bilmez ve kendilerini başarılı görmezler. Onların söylediklerini değil yaptıklarını yapın.
21. Gülün. Güldüğünüzde salgılanan endorfin sayesinde stres düzeyiniz azalır ve bu da beyin için uzun vadede çok yararlı bir şeydir. Gülmek aynı zamanda sizi yeni fikirlere ve düşüncelere daha açık hale getirir.
22. Oyun oynayın. Beynin uyarılması ölçülebilir yapısal değişikliklere sebep olur. Yeni nöron bağlantıları ortaya çıkar ve yeni beyin hücreleri gelişir. Entelektüel oyunların yanı sıra göz - el koordinasyonunu sağlayan her tür oyun beyni uyarır ve geliştirir.
23. Şarkı söyleyin. Arabanızda yolculuk ederken veya yalnız kaldığınızda üzerinde çalıştığınız konuyla ilgili olarak şarkı söyleyin. Bu sizin sağ beyinle temasa geçmenizi ve onu çalıştırmanızı sağlar.
24. Kendinizin farkında olun. Bu beyin gücüyle direk ilgili gibi görünmemekle birlikte çok yakından ilgilidir. Kendinizi daha iyi tanırsanız ego ve duyguların etkilerinden kaçınabilirsiniz. Özellikle bir şeyleri açıklarken ya da tartışırken kendinizi gözlemleyin.
25. Stresten uzak durum. Özellikle uzun vadeli stresin bedeninizde meydana getirdiği hasarlar bir yana, beyninizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Stres düzeyinizi bilinçli olarak azaltmak için gevşeme vb. tekniklerden yararlanın.
26. Kendinizi eğitin. Çeşitli araştırmalar az eğitimli kişilerin Alzheimer’a daha fazla yakalandığını göstermiştir. Herhangi bir alanda eğitim almak beyninizi daha güçlü hale getirir.
27. Yağdan uzak durun. Laboratuvar araştırmaları yüksek yağ oranıyla beslenen hayvanların daha yavaş öğrendiklerini göstermektedir. Mümkün olduğunca zeytin yağı ve diğer türden sıvı yağları kullanmaya özen gösterin. Doymuş yağlar beyin hücrelerinin gelişiminde olumsuz etki göstermektedir.
28. Daha az yiyin. Aşırı yemek sindirim için daha fazla kan akışı demektir ve bundan dolayı beyninize daha az kan gider. Bundan dolayı harcadığınız enerjiyle orantılı bir beslenme düzenini benimserseniz bu beyniniz için daha yararlı olacaktır.
29. Şüpheli gıdalardan uzak durun. Aşağıdaki gıdalar beyniniz için zararlı olabilir: Yapay gıda boyaları içeren besinler, yapay tatlandırıcılar, kola, mısır şurubu, yüksek şeker içeren içecekler, hidrojenlendirilmiş yağlar, şeker, beyaz ekmek ve beyaz un içeren diğer ürünler.
30. Kahvaltı edin. Kahvaltı tüm beden için çok önemli bir öğündür. Ve bu konuyla ilgili araştırmalar kahvaltı eden çocukların diğerlerine oranla daha başarılı olduğunu göstermiştir.
31. Soru sorun. Bu beyninizi formda tutmanın çok iyi bir yoludur. Yalnızca kendi zihniniz içerisinde kalsa bile soru sorma alışkanlığını sürdürün. Zihninize gelen her şeyi sorun ve muhtemel cevaplar üzerinde düşünün.
32. Beyin gücünüzü geliştirme planı yapın. Yeni alışkanlıkların edinilmesi yirmi ila otuz gün arası bir süre alır. Bu durumda uyguladığınız herhangi bir egzersizi ya da alışkanlık değişimini en azından üç hafta sürdürmelisiniz. Herhangi bir tekniğin etkisini hemen görebilirsiniz. Ama her tür tekniğin uzun vadeli yararları çok daha fazla olacaktır.
Alıntı Kaynak: Marilyn Vos Savant Makale
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)